24 Eylül 2009 Perşembe

Cadı sözcüğü telaffuz edildiğinde, kafanızda ne gibi imgeler uyanıyor? Tahmin edeyim; yeşil suratlı, üzerinde koca siyah bir ben olan karga burunlu, kızıl süpürge saçlı, yaşlı ve şeytani bir kadın. Bir de siyah, sivri uçlu şapkasıyla uçan süpürgesi var. Bu ya da buna benzer bir betimleme insanların çoğunluğunun sahip olduğu yerleşik cadı imajı işte. Hem bu kelimeyi birbirlerine karşı iltifat niyetine kullanmıyorlar genellikle. Mesela, çocukken sınıf arkadaşlarımdan biri bana Cadı! diyerek bağırmıştı. Rahatsız olsam da, derinlerde bir yerlerde bu hakaretten pek bir memnundum. Çünkü cadı, farklı olan, kendini savunan, dominant, inatçı ve cazgır dişilere yöneltilen bir tür suçlamaydı. Sonra cadı kelimesinden hoşlanmaya başladım. Cazgır ve dominant yapım zaman geçtikçe törpülense de cadı imgesi, benim için asiliğin, farklılığın ve güçlü bir kadın imajının simgesi oldu. Filmlerden, kitaplardan, belgesellerden ve hikayelerden, Ortaçağdaki cadı avlarını, daha sonraki tarihlere baktığımızda ise ünlü Salem kasabasını çoğumuz biliriz. Cadılar, ve onlarla ilgili efsaneler hemen hemen her yerdedir. V. Hugonun Notre Damenin Kamburunda, Oz Büyücüsü, Hanse ile Gratel masallarında, Shakespearenin Macbethindedir cadılar. Hepsi kadındır, hepsi şeytanidir. Peki, bu neden böyledir? Ancak, yazımda buna bir cevap ararken değinmek istediğim temel nokta, cadıların kim ve cadılığın gerçekten ne olduğu değil. Günümüzdeki Wicca prensipleri ve bunların tarihi kökeni tamamen apayrı bir konu olmakla beraber, benim amacım genel olarak kadınlar üzerine odaklanarak, tarihte var olmuş tutucu, ataerkil ve dogmatik bir düşünce sistemiyle toplum yapısının keskin ipinin, korku ve şiddetle harmanlanarak nasıl büyücülük ve cadılık kılfları ile kadınların boyunlarına geçirildiğidir.

Tarihin başlarda, kadınlar şifa verici olarak hayatlarını sürdürüyorlardı toplumda. Ezilmek veya horlanmak bir yana, saygı görüyor, toplumun beynini oluşturuyorlardı. Tanrıçaya inanıyorlar, bitkiler ve kocakarı ilaçlarıyla hastaları iyileştiriyorlardı. Anaerkil bir hayat düzeninde, bu pek de sorun teşkil etmiyordu zaten. Ancak zamanla düzen değişti, ataerkil bir yapıya geçildi. Avrupa Hristiyan oldu, kilise en küçük birimlere kadar uzanıp onları da kendi dininden yapmak istedi. Ama her birimde başarılı olması imkansızdı. Bazı uzak köy ve kasabalarda, hala eski inançlarını sürdürmeye çalışan halka da Pagan yani köylü adını verdi. Paganların bu pek uzak, yabancı inançları bir tehdit unsuruydu kendi dinlerine karşı. Erkek egemen toplum nası kadını tanımaya hiç çalışmamışsa, Hristiyan toplum da eski geleneklerini bırakamayan Paganları tanımak istemedi. Bilgisizlik de, her zaman olduğu gibi korkuyu doğurdu.

17. yüzyılda Şampanya ilk kez üretildiğinde, ona Şeytanın Şarabı deniyordu. Çünkü kimse köpüklerin nerden ve nasıl çıktığını bilmiyordu. Şampanya, Erkek egemen Orta Çağ Avrupasında da kadınlar haline geldi. Bu şifacı kadınlar ne yapıyorlardı? Hem tek doğru yol olan Hristiyanlığı kabul etmemişlerdi, hem de gizemli, başlarına buyruk ve garip işler peşindeydiler sanki. Yalnız yaşıyorlardı, yanlarında onları koruyacak kocaları neredeydi! Bilimsel kabul edilmeyen bitkisel veya ruhsal yollarla şifa da veriyorlardı. Ama bu kadınların başka şansları olduğu da söylenemezdi. Doktor olmalarına izin verilmiyordu, Tıp eğitimi almaları bile yasaktı zaten. O zaman için Hristiyanlıkta cinsellik de günahtı, şeytanla işbirliğiydi. Cinselliği bir tabu olarak saymayan eski inanışlar da doğal olarak, şeytanla ilişkilendirdiler. Bu farklı insanlar otoriteleri, erkekleri ve diğer kadınları kızdırdı. Farklı veya yenilikçi olan her şeye şeytani damgasını vurmaya başladılar. Ve şöyle düşündüler: İyileştirebilen kimse, öldürebilir de. Bilmedikleri şeyden korktular ölesiye. Sonra da bu kimseleri öldürmeye karar verdiler. Büyü ve büyücülük inancı eskiden beri batı toplumunda yer etmişti zaten. Ancak şimdi tüm bunlardan korkma devresi başlıyordu.

Havva Şeytan tarafından tetiklenmiş, sonra da Ademi kandırıp yasak meyveden yedirmişti. Hem Havva, Ademin kürek kemiğinden yaratılmıştı. Yani hem kötüydü, hem zayıf. Her birinizin birer Havva olduğunu biliyor musunuz? Tanrının cinsiyetiniz üzerindeki hükmü bu çağda da hala yaşıyor, suçu da mutlaka yaşamalı. Siz Şeytanın kapısısınız. Yasak meyvenin mührünü açansınız: Siz ilahi kanunu ilk terkedenlersiniz. Siz Şeytanın saldırmaya cesaret edemediği Ademi ilk baştan çıkaransınız... Aziz Tertullian kadınları kastederek bunları söylemişti. Doğası gereği, kadın, noksan ve değersizdir. diyen Skolastizmin mimarlarından Thomas Aquinas (1225-1274), aynı zamanda kadın için mas occasionatus, yani yarım kalmış erkek sıfatını kullandı. Kadınlar dövülmek içindir, diyen Martin Luther ve buna benzer tüm diğer örnekler, o çağlarda kadının toplumdaki yerini açıkça anlatıyordu. Kadın zayıf, korumasız, eksik ve doğasından şeytani idi.

Eski dine olan tepki ve korku, kadınlara duyulan korkuyla birleşince tam bir felaket oldu. Kadınlardan neden korkuluyordu peki? Çünkü kadınlarda da erkekler kadar zekalarını kullanabilme potansiyeli vardı. Bastırılan bir potansiyel. Çünkü kadın, erkeğin cinsel arzularını harekete geçiriyordu ve bu kimi zaman erkeği zayıf kılıyordu. Ama erkekler zayıf olmamalıydı, bu kötü, baştan çıkarıcı yaratıklar, kadınlar birer günah keçisi haline getirilmeliydiler. 14. yüzyıla gelindiğinde Avrupada oluşacak o Toplu Histerinin temelleri atılmaya başlanmıştı. Doktorlardan bile daha çok rağbet görmeye başlamış olan Şifacılar aslında kötüydü. Fırtına, sel, deprem gibi istenmeyen doğa olayları bile onlara atfediliyordu. Kadın, üretken, doğurgan yapısı nedeniyle zaten hep doğayla özdeşleştirilmişti. O zaman doğada meydana gelen tüm bu kötü olaylar da onun başının altından çıkıyordu. Erkek egemenliği tehdit altındaydı. Kurban buluması lazımdı. Tedavi gücü olan bu insanlar, birden sadece kötülükle bezenmiş cadılar haline getirildi. Suçlamalar başladı. Kadınların sessiz, pasif ve itaatkar olmasını öngören bu evrensel arzu da artık sesli olarak dile getiriliyordu. Diğer kadınların ve erkeklerin işine gelmeyen, otoritelerini sarsabilecek veya eril olarak nitelendirilen yolları kullanan herkes artık birer potansiyel cadıydı. Zaten geriye dönülüp bakıldığında, 14 ve 17. yüzyıllar arasında cadıcılıkla suçlanan ve infaz edilen binlerce insanın yüzde sekseninin kadın, bu kadınların da çoğunun dul, yalnız yaşayan, arsa sahibi, orta yaşlı, toplumun gelenek ve göreneklerinden bir yerde ayrılan kadınlar oldukları görülüyordu.

Tüm bu düşmanlığın ve Ortaçağın karanlığının arasında birden cadılar hakkında korkutucu, karanlık mitler yaratılmaya başlandı. Yeni doğmuş bebekleri kaçırıp yedikleri söylenen cadılar, ayda bir Sabbat adını verdikleri ayinlerine katılmak üzere süpürgelerine biniyor ve orada Şeytanla buluşmaya gidiyorlardı. Orda çırılçıplak soyunuyor ve Şeytanla cinsel ilişkiye giriyorlardı. Tüm bu cadı çılgınlığı, edebiyata bile yansıdı zamanla. Dünyaca ünlü oyun yazarı Shakespeare, çok bilinen eseri Macbethte cadılara yer veriyordu. Öyle yapmak zorundaydı, çünkü o zamanın İngiltere kralı James cadılara inanıyor, onların kendisine kötülük yapmaya çalıştıklarını düşünüyordu. Macbethte de 3 tane çirkin mi çirkin, lanetli mi lanetli cadı kızkardeş, Şeytani tanrıçaları Hecatenin önderliğinde Macbethin başını güç ve hırsla döndürüp, hayatını mahvediyorlardı. Kral James de Demonologie adlı kitabında cadıları, onların kötülüklerini, kendisine bir cadı kadın tarafından (bir sefer dönüşü gemisine) yapılan ölümcül büyüleri anlatıyordu.

Mitler, hikayeler, dedikodular gerçeğe dönünce suçlamalar da aldı başını gitti.Yargılamalar ve infazlar başladı. Malleus Maleficarum adındaki rehber kitap ise, bunca vahşetin kaynaklarından biriydi belki de. Kadın, dostluğun düşmanı olmaktan başka nedir ki! Kaçınılmaz bir cezadan, gerekli bir şeytanilikten, doğal bir günah nesnesinden, cazip bir felaketten, hoş bir zarardan, güzel renklere boyanmış doğanın şeytanından başka nedir ki....... Kadınlar zeka olarak çocuk gibidirler. Erkekten daha şehevidirler... Kusurlu bir hayvandır kadın, devamlı aldatır. Kadınlar her şeye inanmaya daha müsait olduklarından, imanı çökertmeyi amaçlayan şeytan, erkeklerden ziyade onlara yanaşır. Bu yüzden lanetli bir kadın, doğası gereği inancında daha çabuk bocalar ve dininden döner, ki bu da cadılığın temelidir...

Cadının Çekici anlamına gelen Malleus Maleficarum, önce Şeytanın varlığını doğruluyor, sonra da Şeytana hizmetkarlık eden cadıların nasıl farkedileceğine dair bilgiler veriyordu. Kitaba göre, cadı olduğundan şüphelenilen kadının vücudun her hangi bir yerinde bir ben veya nokta varsa, bu şeytanın onda bıraktığı ize işaretti, yani kadının suçu kanıtlanmış oluyordu. Kadın, suçunu itiraf edene kadar işkence görmeliydi. Dahası, uygulanan işkencelerin çoğu fiziksel nitelikte ve kadının cinselliğini yok etmeye yönelikti. Kadınların çoğu işkencenin verdiği acıya dayanamıyor ve şeytanla işbirliği yaptığını, bir cadı olduğunu söylüyordu. Zaten otoritelerin de istediği buydu. Bir kez suçlanan herkesin iki seçeneği vardı; ya işkenceden ölecekti, ya da itirafta bulunup bir cadı olarak yakılacaktı. Şüphelinin cadı olup olmadığını anlamanın bir başka yolu daha vardı. Cadı olduğu sanılan kimse önce suya atılıyordu. Eğer suya batmazsa o bir cadıydı, hemen yakılmalıydı. Ama batarsa masum olduğu kanıtlanmış oluyordu. Yazık, suya batan kimsenin oradan geri çıkabildiği de görülmemişti ki!... Bu derece adil ve mantıklı (!) yargılama ve işkence yöntemlerinin sonunda ölümler hızla artmaya başladı. Artık yanlızca az önce bahsettiğim profile uyan kadınlar değil, insanların çıkarına dokunan, sinirini bozan, menfaatlerini zedeleyen herkes bu suçlamaya maruz kalma riskine sahipti. Komşu evin kızı kocama çapkın bir bakış mı attı, o bir cadıydı!... Yarın tüccar beyin karısıyla kavga ettiğim için ben de aynı şekilde suçlanabilirdim. Ve kurtuluşum bir mucize olurdu. Basit bir batıl inancın tetiklenmesi ile başlamış görünen tüm bu olaylar silsilesi, zamanla çıkar çatışmalarının, güç savaşlarının, basit oyunların bir maşası haline gelmişti.

Tüm bu toplu histeri Avrupada dirildikten sonra, Amerikanın Massachusettse yakın bir kasabası olan Salemde yeniden hortladı. Salem son derece katı ve muhafazakar inançlara sahip, İngiltereden Amerikaya göç etmiş bir koloniden gelen, Püritan bir toplumdan oluşuyordu. Seçilmiş kullar olduklarına inanan Salem halkı, dinlerine aşırı bağlıydı. Tanrının buyrukları eksiksiz yerine getirilmezse, cezalandırılabilirlerdi. Kadınlar içinse durum pek parlak değildi. Erkeklerden daha aşağı bir cins olduklarına inanılan kadınların küçük yaştan itibaren, çok özel durumlar dışında kadınların evden çıkmaları yasaktı, çalışamazlar, itaatsizlik edemezlerdi kesinlikle.
Böyle bir kasabada, yaklaşık 130-140 kişinin tutuklanmasına, 19 kişinin asılmasına ve 1 kişinin de ezilerek öldürülmesine sebep olan tüm bu cadı avı olaylarının tetikleyicisi ise 9-11 yaşlarında birkaç kız çocuğu idi. Çocukların bakıcılığını yapan köle Tituba, boş zamanlarında, zaten evde dışarı çıkmaları yasak olan bu kızlara kehanet oyunları gösteriyor, bir bardak içindeki suya yumurta akı koymak süretiyle ilkelce oluşturduğu kristal kürelerde kızların fallarına bakıyordu. Zamanla kızlar da tüm bunlardan etkilenip, kendi aralarında Titubanın onlara öğrettiklerini uygulamaya başladılar. Ve ne olduysa oldu. Kızlar durup dururken saraya benzer nöbetler geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, acı içinde eğilip bükülmeye başladılar. Nedenleri sorulduğundaysa parmaklarıyla Titubayı gösterdiler. Zaten halk oldum olası büyüden, cadılardan ölesiye çekiniyor, tüm bunları şeytanla ve kötülükle ilişkilendiriyordu. Kızların anormal davranışlarını da hemen büyüye bağladılar, ve Titubanın suçluluğuna inanmaları hiç de zor olmadı. Soruşturma başladığında, kızlar bazı isimler vermeye başladılar. İlk suçlananlar; Tituba, kocasının yokluğu zamanında ailesiyle tek başına kalan Sarah Good, ve uşağı ile evlenmeden aynı evde nikahsız yaşayan yaşlı kadın Sarah Osborne oldular. Kadınların sorguları esnasında ise küçük kızlar yine sara nöbetleri geçirmeye başladılar ve cadıların hayaletlerinin mahkeme salonunda dolaştıklarını, onlara; saldırıp tırnakladıklarını, ısırdıklarını söylediler. Tüm bunlar kızlara olan aşırı ilgiyi daha da arttırdı ve suçlamalar, kızların verdikleri isimler doğrultusunda tam gaz devam etti. Zaten, kızların tek sahip olmak istedikleri şey, dogmatik, tutucu ve misojinist toplumlarında ezildikleri dişi kimliklerini aşarak, bir nebze de olsun ilgi merkezi olabilmek idi belki de. Kızlardan birinin olayların bir son bulup durulmasından sonraki yıllarda, tüm o ayılıp bayılma hikayelerinin bir oyundan ibaret olduğunu acı bir biçimde itiraf etmesi bir yana, kızlar amaçlarına ulaşabilmiş olsalar bile, 14. yüzyıl Avrupasındakine benzer bir biçimde, bir sürü masum insanın ölümüne açtılar. Hatta, bir sürü masum canlı tabirini bile kullanmak yanlış olmaz. Evet, Salemde cadı suçlamasıyla yargılanıp asılanlardan bir tanesi de bir köpekti!

Tüm bu yanlış anlaşılmalar, suçlamalar, işkenceler deliliğinin sorumluluğu, aslında ne erkekler, ne kadınlara; ne aşırı dinciliğe ne de başka tek bir olay veya olguya ait. İnsanlar olarak çoğunlukla tek bir şeye özlem duyuyoruz, o da güç. Ve bu güce ulaşmak pahasına güçsüzlerin üzerine çıkma savaşı veriyor, sahip olduğumuz güce karşı duran potansiyel tehditleri de içimizi saran korkunun yarattığı öfke ve panik ile yok etmeye çalışıyoruz. Bilgisizliğin ve dar görüşlülüğün kurbanları tarihte yalnızca kadınlar olmamış. Gözümüzü açıp baktığımızda tarihte bu tarz örnekleri bulabileceğimiz onca olay var. Hele günümüze bakarsak hiç mi hiç zorlanmayız. Tüm bu Şeytanla ilişkilendirme vakaları şu an bile devam ediyor. Çoğu, büyücülükle veya bu tarz pratiklerle alakası bile olmadığı halde bir çok Wiccan, Batıda yanlış algılanıyor, Kilisenin Ortaçağda yarattığı bu hayali imajla karıştılıyor. Günah keçisi bulma işinde ise ne Batııya ne de başka bir yere bakmamıza gerek var aslında. Yakın zamanda bazı liselerde intihar eden gençlerin ardından, onlara vurulan Satanist damgası, belki de sorunu asla kendinde aramayı akıl edemeyen veya akıl edip de görmek istemeyen bizlerin ilk çıkış kapısıydı. Vah, vah gençler yoldan sapmış, vallahi bizim suçumuz yokmuş, bakın ine cine şeytana tapıyorlarmış. Kalan sağlar bizimdir. Sonra yine tarihi andırır bir biçimde, yabancı olduklarımıza, gözümüzün tutmadıklarına çamur attık. Polislere her küpeli, uzun saçlı, siyah tişörtlü delikanlıyı toplattırdık. Görünüş yeterliydi damgayı basmak için. Başka bir olayda da, ölen gencin Fantastik Rol Yapma oyunu (FRP, Fantasy Role Playing) oynadığını öğrendiğimiz anda da gazeteye manşetler attık FRP Öldürüyor! diye. Bakın, bunda da hiç suçumuz yoktu. Bir şeytani mi şeytani oyun yüzünden yitip gitmişti gençler. Çünkü kolaydı böyle bizden uzak, ayrı, bilgimiz olmadığı şeylere yüklemek tüm sorumluluğu, sonra da kuş gibi hafiflemek, kim bilir hangi nedenlerle oluşmuş bazı üzücü olayların üzerimizdeki bunaltıcı gölgesinden sıyrılmak, gerçeklerden kaçmak. Şeytanın Şarabı diyorduk yine canımızı sıkan her şeye ve sıyrılıyorduk. Karanlıktan doğan bilgisizlik, ve onun çocuğu korkuyla büyüyen günah keçileriavının yansımaları mıydı bunlar? Ortaçağ düşüncesinin hayaleti 21. yüzyılda bile bizleri kovalıyordu galiba. Vallahi bizim bir suçumuz yoktu.

Kaynaklar:

Appel, Benjamin. Man and Magic. New York, Random House, Inc.1966.

Barstowe, Anne Llewellyn. Witchcraze: A New History of the European Witch Hunts. Pandora Publications. San Francisco 1994.

Boyer, Paul. The Salem Witchcraft Papers: Verbatim Transcripts of the Legal Documents of the Salem Witchcraft Outbreak of 1692. DaCapo Press. USA, Dec. 1977

Dowling, Dean R. "Witch Hunts and the Chiristian Menatlity". Articles. January, 1993. Atheist Foundation of Austrila Inc. 14 Nov. 2003 http://www.atheistfoundation.org.au/witchhunts.htm

Howells, John G., The World History of Psychiatry. New York: 1975.

Karlsen, Carol. The Devil in the Shape of a Woman. W.W. Norton & Company, 1998.

McCullough, Sean. "Witch Hunts Were Anti-Female Pogroms by Christians." May,1998. Shy David's Jesusphile's Militant Feminist Page. Dec; 2003. http://www.holysmoke.org/sdhok/jp-fem1.htm

Mueller, Reverend Kara. "The Role of Feminism in the Goddess Movement." 2001. Rev Kara. Dec, 2003. http://revkara.com/originalworks/fem...smovement.html

Ravenwolf, Silver. Teen Witch. Wicca for a New Generation. USA, Llewellyn Publications, 2002.

Reis, Elizabeth. Damned Women: Sinners and Witches in Puritan New England. USA, Cornell Univ. Pr; February 1999.

Robinson, B.A. "Statements about women by Christian leaders and commentators." Nov. 2000. Religious Tolerance. Dec, 2003. http://www.religioustolerance.org/lfe_bibl.htm

Russel, Jeffery B. A History of Witchcraft. Sorceres, Heretics and Pagans. New York, Thames and Hudson, Ltd. 1997.

Sharpe, James. Instruments of Darkness: Witchcraft in Early Modern Egland. USA. Routledge; 2001

Symmonds, Lindsay Nicole. "Silencing Female Power" Howard Wilson Prize Essays. 1997. Common Room Archived Volumes. Common Room. 13 Nov. 2003. http://deptorg.knox.edu/engdept/comm...-Pages_1-5.htm

Walsch, Neale Donald. Conversations With God : An Uncommon Dialogue (Book #3). USA, Hampton Roads Pub Co;Nov. 1998.

Wilson, Lori Lee. The Salem Witch Trials. USA, Lerner Publications Company, 1998.

Crow; William Bernard. Büyünün, Cadılığın ve Okültizmin Tarihi. İstanbul. Dharma Yayınları, 2002.

22 Eylül 2009 Salı

ADEM Efsanesinin Bilimsel olarak incelenmesi
Gizli Kitap The Book of the Beede Ademin Hayatı- Ölümü .
Adem ilk İnsansa 4 milyon sene evvel yaşayan LUCY kimdi. ?
Modern insan Homo sapien sapien 100 000 sene veya daha eskiye uzanmaktadır. Yaradılış / Genesis ( Eski antlaşma nın beş kutsal kitabından biri ) deki izahatlar ve orada tasvir edilen çevre açıklamalarına göre ve yine son arkeolojik buluşların ışığı altında ise ADEM ' in yaşadığı ileri sürülen zaman birimi İsa dan evvel 5000 ile 4000 sene arasındadır (Adem'in doğum tarihi M.Ö. 4654 ölümü ise M.Ö. 3704 civarıdır ) .Yaşadığı bölge ise ( the Garden of Eden - Eden bahçesi ) Mezopotamya diye adlandırdığımız bölge olduğu hem arkeolojik araştırmalar neticesi hem de bizatihi Din kitaplarında ve bilhassa Adem'in yaradılışını ve Dünyanın kuruluşunu anlatan Yaradılış taki izahlardan anlaşılmaktadır.
Burada karşımıza büyük bir soru çıkmaktadır zira Dinlerin başlangıç kitabı olan ve gerek Musevilik gerekse Hıristiyanlık ve İslam Tarafından kabul gören Yaradılış / Genesis de Adem Tanrı tarafından yaratılan ilk insan olduğu belirtilirken bugünkü ilmi bilgiler altında M.Ö. 5000 senesinde dünya yüzünde ve bilhassa Adem 'in yaşadığı belirtilen bölgede Ubaidanslar - Acadianslar , Sümerler ve Akadlar gibi bir çok kabile ve ırk yaşıyor ve aynı yerde kurulmuş şehirler bulunuyordu. .
Bu arada Türkiye de bulunan Çatal Höyük ün geçmişi M.Ö. 6000 dir. Hata Hindistan da yaşayan bazı ırklar M.Ö. 12000 - 14000 seneye kadar uzanmaktadır.
Böyle olması karşılığında yinede bazı farklarla Adem ve Havva nın Musa peygamber tarafından icat edilmiş bir çift hayal olmayıp tarih safhalarında yeri bulunan insanlar olduğunu ispat etmeğe çalışacağız. Eğer Yaradılış/Tekvin kutsal kitabına İnanıyorsanız bu olayların tarihte vuku bulduğuna da inanıyorsunuz demektir. Bu olaylar İncil'de ve Kur'an da aynen vardır.
İlk evvela eski Din kitaplarını incelemeye tabi tutalım.
Museviliğin Kutsal kitapları Eski Antlaşma adı altında toplanmış olan Tevrat ve Zebur dur.
Tevrat da kendi içinde 38 kitaba ayrılmakta Zebur veya Mezmurlar ise ayrı olarak 39 uncu kitabı teşkil etmektedir. Bu kitapların hepsi muhtelif Peygamber ve Din Alimleri Tarafından yazılmış ve derlenmiştir. Bir kısmı o zaman geçerli olan Aramic dilinde bir kısmı da İbranice yazılmıştır.
Üç bölüme ayrılır

* Yasa kitapları ( Musa nın beş kitabı olarak da bilinirler bunlar) :
- Yaradılış : Evren - Dünya nın Yaradılışı -Adem ve Havanın yaradılışı ve İlk peygamberlerin hayatları
- Mısırdan çıkış : İsrail halkının 3500 yıl önce köle oldukları Mısır dan ayrılmalarını nakleder
- Levililer : Kitap temel olarak Tanrının kutsallığını ve İsrail halkının Kutsal Tanrı ile ilişkisini sürdürmek için nasıl yaşaması gerektiğini anlatır.
- Çölde sayım.: İsrail Halkının Sina Dağından göç edip Tanrının vaat ettiği Kenan topraklarına varıncaya kadar başlarından geçeni anlatır.
- Yasa'nın tekrarı : Musa; Kenan topraklarına girerken kırk sene süren seyahatlerinin anımsamasını ve Tanrı ile yaptıkların anlaşmanın ( covenant) ana hatlarını tekrar hatırlatıyor İsrail Halkına.
Burada görüldüğü gibi ilk kutsal kitap Yaradılış / Genesis tir ve bu kitapta Evrenin ,-Dünyanın hayvanların,nebatların ve İnsanların yaratılmasını ve Adem ile Havva nın Cennetten kovuluşu ile onların çocuklarının hayatları anlatılır.
Musevilerin yukarıda belirttiğimiz 39 kutsal kitaplarının hepsi Hıristiyanlık dinince kutsal olarak kabul edilmiştir. Ve bunlara ilaveten Yeni Antlaşma adı altında 27 adet kutsal kitap daha yazılmış ve yekûn olarak Hıristiyanlık ta Eski ve Yeni Antlaşma ( İncil ) adı altında 66 kitabın hepsi kutsal olarak kabul görmüştür.
En son oluşan İslam Dini ise bu 66 kitabı ve ilk iki dinin bütün Peygamberlerini Kabul edip ilaveten kendisinin ana kutsal kitabı olarak Kur'anı ve kendi peygamberi olarak Hz. Muhhammed 'i tanımıştır.
Yukarıda bahsi geçen bu 66 + 1 kitabın hepsinde Yaradılıştaki bilgiler yani Tanrı TARAFINDAN İLK İNSAN OLARAK Adem ve onun eşi olarak Havva nın yaratılışı ve Onlara tahsis edilen Cennettin yanındaki Eden bahçesinde yaşamaları anlatılmıştı.Ancak kısa bir zaman sonunda hayattaki ilk Günahı işleyerek hem ölümsüzlüklerini kaybettiklerini hem de ceza olarak Bahçeden kovuldukları bildirilir. Hatta aynı zamanlara rastlayan bazı efsanelerde isimler değişik olmak la gelişmesi aynı olan olaylardan söz edilir / Sümerler - Hindular - Akadlar - Babilliler gibi
Kutsal kitaplar ve Dinler üzerinde ki bu açıklamalardan sonra bu kere asıl problemimizin çözümüne geçelim.
Yaradılış kitabının yazarları ve bunu kabul eden Hıristiyan Din Alimleri hata İslam da da Adem dünyadaki ilk biyolojik insan yani insan ırkının başı olarak kabul görür fakat yukarıda gördüğümüz gibi Adem'in yaşadığı devirde (M.Ö. 4654 - 3724 ) dünya yüzeyinde yaşayan bir çok ırk vardı hatta dünyadaki ilk insan fosili son buluşlarda m.ö. 5 milyon sene kadar geri gitmiştir.
Hıristiyan ve Musevi Din adamları bunun Musa peygamber zamanın da derlenmiş olan fakat kimin yazdığı bilinmeyen ( Bazı Din adamları yazanın Musa Peyg. olduğunu iddia ederler ) Yaradılış kitabının eski ibranice de yazıldığı ve o zamanki bu lisanda bazı kelimelerin çift manada kullanılmakta olduğunu ileri sürerek bu yüzden Yaradılış kitabı kaleme alınırken burada ifade yanlışlıkları yapılmıştır demektedirler. Mesela İbrani'ce de " ben " kelimesi hem "oğul " hem de "torun" manasında kullanılır hatta bazen nesil manasına da gelmektedir. Din adamlarının iddialarına göre Yaradılış 5 ve 11 de Adem'in sülalesi sıralanırken İbrahim’e kadar arada yüzlerce nesil atlanmış ve bu yüzden Adem'in yaşadığı zaman çok daha evvelken 4654 senesine kadar ileri bir tarihe gelmiş ve bu karışıklıklar olmuştur.
Fakat dikkatli bir araştırma yapıldığı zaman bu iddianın yanlış olduğu bariz olarak ortaya çıkmaktadır zira Yaradılışı yazan çok belirgin olarak Adem ' in 130 yaşında iken Seth (Şit) diye bir oğlu olduğunu Seth in 105 yaşındayken oğlu Enoch (Hanuk) olduğunu isimleri ve hepsinin doğum ve ölüm tarihleri ile Hz. İbrahim'e kadar belirtmiştir. Bunun neticesinde basit bir hesapla Adem' in yaşadığı devir ortaya çıkmaktadır ( bakınız Adem ve Havva nın hayatı Sayı 2 Sayfa 2 ) Ayrıca diğer verilen tafsilatlarda kullanılan aletlerin tarifi , çiftçiliğin yapılması ve ne gibi madenler kullanıldığının izahı ile yaşanan devrin Ön Bronz Çağı olduğu anlaşılmaktadır.
Böylelikle görülüyor ki araya yüzlerce nesil sıkıştırmanın imkanı yoktur. Ayrıca Adem den Enoch ( Hanuk ) ve Hanuk'un oğlu Methuselah Büyük sel felaketinden çok az önce hatta belki yağmurlar başladığında ölmüştü. Buda araya nesiller ilave etme teorisine son darbeyi vurmaktadır. Zaten kullanıldığı bildirilen müzik aletleri ( kemik Ten yapılmış flütler ,Metal çalışmaları gibi misaller ) de devrin Bronz çağı olduğunu Ortaya koymaktadır.
Paleontologistlere inanmak gerekirse " anatomi olarak modern insan 100 000 sene kadar geriye gidebiliyor. Archaic Homo Sapienin ilk belirmesi 300 000 sene evveldir,ve Hominid diye adlandırdığımız bazı gruplar ise 4 milyon ile 6 milyon sene kadar geriye gitmektedir (bu tarihler Bulunan fosillerin karbon tarihlemeleri ile bulunmuştur ) Adem ise Tarihteki yerini 5000 ile 4000 sene arasında almaktadır.
Buna göre gayet emin olarak iddia edebiliriz ki iki ayak üstünde yürüyen ve modern insana benzeyen canlılar dünya yüzünde 100 000 sene evvel yaşamağa başlamışlar ve Ademin yaratıldığı iddia edilen 5000 senesinde dünyanın bir çok bölgesinde çoktan belli bir medeniyet kurup gerek çiftçilik gerekse madenlerden aletler yaparak yaşamaktaydılar kentlerde ve köylerde.
Lamek , Kain'in oğullarından olup üç oğlu ve iki karısı vardı ve bunlar çadır da oturuyorlar ve sığır besliyorlardı. (Yaradılış 4: 19-22) Aynı zamanda dini Törenlerde Harp ( Arp ) ve Laterna çalıyorlardı. Adem den sadece sekiz nesil sonra Çadırların - sığırların - laterna ve flütlerin olması hiç de hakikate uygun görünmemektedir. Yukarıdakilerin yerine mağara - mamutlar ve en fazla alet olarak El baltası olması gerekirdi. Öyleyse Adem 'i tarihte nereye oturtmak gerekmektedir.
Yaradılış kitabının 4:22 ayetinde " Kain in neslinden Tubal-Cain in metal ustası olduğu belirtilir bu metalinde (Coper) Bakır ve bunu ustalıkla Kalay la karıştırıp aletler yapıldığı anlatılır Bakır ve kalayın karışmasından Bronz elde edilmektedir. Buda devrin Ön Bronz devri olduğunu ortaya koymaktadır. M.Ö. 3500 civarları.
Kayin ( Cain) Habil ( Abel ) i öldürdükten sonra bir korkuya kapılmıştı.Yaradılış 4:13-14 / Bu korku öldürülme korkusu idi ama dünyada Annesi ( Havva) Babası ( Adem ) ve kız kardeşlerinden başka kimse yoktu ki o zamanlar; kimden korkuyordu. Tanrıya yalvarmağa gitti ve ona da öldürülme korkusundan bahsetti.Tanrı ise onu lanetledi . Kayin ona şöyle cevap verdi : Yaradılış 4: 14 "Bugün beni bu topraklardan kovdun.Artık huzurundan uzak kalacak yeryüzünde aylak aylak dolaşacağım. Kim bulsa öldürecek beni ." 15 " Bunun üzerine RAB : Seni kim öldürürse Ondan yedi kez öç alınacak .dedi ve" kimse bulup öldürmesin diye üzerine işaret koydu.” Kayin Eden bahçesinin doğusundaki NOD topraklarına yerleşti /.
Burada gayet bariz bir şekilde hem Kayin in hem de Tanrının sözlerinden o anda Dünya üzerinde Tanrının kontrolü haricinde olan insan toplulukları olduğu anlaşılmaktadır.

ADEM 'in Görevi : Şu anlaşılıyor ki tetkikler neticesinde Adem'in cennetten Dünyaya indirildiği devirde dünyada zaten
uzun zamandan beri yaşayan insanlar vardı ve bunlar dünyanın muhtelif yerlerine yerleşmişler oralarda belli medeniyetler kurmuşlardı. Ancak bu insanlar bir çok tanrıya tapıyorlardı bazıları daha Şamanizm devrinde idiler ve gerek dini bakımdan gerekse ahlak ve sosyal ilişkiler bakımından çok gerilerdi. Hatta o devirde dünyada yaşayan devler ve Fall Angels / "düşmüş meleklerin" insanların kızları ve kadınları ile birleşip meydana getirdikleri İnsanüstü varlıklar da vardı. " Bu düşmüş melekler meselesi Hanuk peygamberin Göğe Tanrı katına yaptığı seyahate kendisine izah edilmişti . / Düşmüş Melekler –Fall Angels/ dünyada insanlar arasında Tanrı namına vazife yaparken isyan çıkaran ve Tanrıya karşı gelen meleklerdir. Bunlar ceza olarak cennetten atılıp dünyaya indirilmişlerdir. Fakat bu kere de rahat durmayıp insanların kadın ve kızlarını beğenerek onlarla temas kurmuşlar kati surette yasak olduğu halde kadınları hamile bırakıp bir çok hilkat garibesi doğmasına sebep olmuşlar ve Melekler de cezalandırılıp zindanlara atılmışlardır./ Le Livre d'Enoch - Hanuk 'kitabı /". Bir çok ırk ve cinsten insan kalabalığı o zamanlar dünyada yaşamakta ve aralarında büyük savaşlar çıkarmaktaydılar. Ayrıca ahlak ve inanış da iyice çökmüştü. Bu inanıştaki tapılan put çokluğu ve inanç ve ahlak çöküntüsü Tanrıyı üzüyordu.
Ve bunun için Tanrı bir plan yaptı buna göre Tanrı kendi resminde bir insan yaratacaktı :
Yaradılış : 1:27-28 " ve Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı .Onları kutsayarak Verimli olun çoğalın Yeryüzünü doldurun ve Denetiminize alın . " dedi.
(Ademin Kimliği ) hakkında açıklama ya yarayacak en önemli kelime Tanrının bu sözünde gizlidir.
Tanrı İnsanı kendi suretinde yaratıyor yani onu kendisin de olan doğrular ve iyiliklerle donatıyor. Eski zamanda orta Asya ve asya da geçerli olan bir söz vardı kendi suretinde /resminde demek o İnsanın kendisini temsil etme salâhiyetine sahip olması bugünde / ha o ha ben / diye halk arasında kullanılır. Tanrı Ademi ve Havva'yı dünyada kendisini temsil etmeleri bir nevi peygamberleri sıfatıyla yolluyor onların o zamanlar dünyada sefahat ve kötülük içinde yaşayan insanlara doğruları öğretmeleri ve bu arada çoğalıp kendi Irklarını ve kabilelerini kurmalarını bildiriyor böylelikle dünyaya kendisinin Tanrısallığında ilk dinin kurulmasını sağlıyor. Bu bir insan oğlu ile Tanrı arasında yapılan ilk antlaşmadır. Bunun tarafları Birisi Tanrı diğer taraf ise ilk Tanrının vazifelendirdiği insan olan ve Adamit denen ayrıca Tanrının çocukları adını da taşıyan Adem' in sülalesinin kurucusu Adem dir. Adem'in ilk insan sıfatı buradan gelmektedir. İlk insanlığı biyolojik olarak değil fakat Tanrı tarafından vazifelendirilen ve onunla karşılıklı görüşebilen ve onu tarafından yaratılan manasındadır. Bu da İsrail oğulları kavminin kuruluşudur . Tanrı insan oğlunla birkaç kere antlaşma yapmıştır. İlk birincisi Adem'le yaptığıdır aslında Adem Cennet Bahçesinde ilk günahını işledikten sonra Tanrı onu ölüme mahkûm eder.Ancak yalvarmaları karşısında acıyıp affeder ve ceza olarak kendisinin ve neslinin 5000 sene ( Tanrı beş gün der fakat onun her bir günü bin senedir ) Dünya yüzünde sürgüne gönderir ve ona derki "Bundan böyle senin ve Havva nın ölümsüzlüğü bitti diğer insanlar gibi ölümlü olacaksın . yemek için çalışacaksın tarlada. İyiyi kötüyü öğrendin kötülükten uzak duracaksın. Kimseyi öldürmeyeceksin.Eğer bana olan sadakatini sen ve neslin devamlı olarak yerine getirirseniz beş bin sene sonra sülalenden hayatta kim varsa o zaman hepsini yardımcı meleğimi gönderip dünya yüzünden alıp tekrar cennet bahçeme getireceğim ve orada ölümsüz olarak mutlu yaşayacaklar. Hadi git şimdi dünyada benim fikirlerimi yay . "
Bu tanrının yaptığı ilk antlaşma idi insanla fakat maalesef insan hiçbir zaman Tanrısına karşı sözünü tutamamış bu yüzden Nuh peygamberle - Musa peygamberle Daha sonra Hz. İsa ile ve İbrahim peygamberle ve en sonda Hz. Muhammet le anlaşmalar yapma durumunda kalmıştır.
Adem 930 sene yaşamıştır Habil -Kayin ve Seth isminde üç oğlu ve iki kızı olmuştur. Yaşadığı devirde civar yerlerde Sümerler - akadlar ve Ubaidans lar Yaşamış ve Mezopotamya 'nın altın yılları olmuştur. Ölürken oğluna Tanrıyla yaptıkları anlaşmaya sadık kalmasını ve iyi bir insan olmasını vasiyet etmiştir.
Adem 'in selefleri olarak kabul edilecek en bariz kavim Tufan sonrası yaşayan "Semitics accadians" lar dır. "Adamite" ler ve "semitics"ler beraber yaşamları yüzünden birbirlerine karışmışlardır.
Böylece Adem'in kurucusu olduğu İsrail oğulları kavmi çoğalıp dünyada bir ırk yaratmıştır.
Fakat bugün hala çok büyük bir çoğunluk tarafından Adem yaratılan ilk biyolojik insan ve Havva ile beraber dünyadaki insan neslinin atası diye yanlış olarak Anımsanır.

The Book of the Beede Ademin Hayatı- Ölümü
Özel olarak Hıristiyanlığa genel olarak da bütün dinlere karşı alternatif din olarak ortaya çıkan geçmişi oldukça eskiye dayanmasına rağmen yakın zamandan itibaren yeni bir din hüviyetine bürünen önemli bir harekettir.

Kelime olarak şeytana inanma,tanrı diye tapınma anlamına gelen satanizm; şeytana tapınma faaliyeti adı altında Yahudi-Hıristiyan geleneğine Yahudi - Hırıstiyan din tahakkümüne ve özelliklede Hıristiyanlığa karşı başlatılan bir reaksiyonun adı olmuştur. Buna Modern Protesto Hareketi demekte mümkündür. Bu hareket başta Hırıitiyanlık omak üzere bütün dinlere ve dinlerin ortaya koymuş olduğu kutsal değerlere karşı bir başkaldırıyı temsil eder. Dolayısıyla, başta İngiltere, Fransa, ve Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde özelliklede Amerika 'da ortaya çıkan, oradan diğer ülkelere yayılan Satanizm; Şeytanın en önemli özelliği olan muhalefet ve başkaldırıyı esas alarak dinin ve dini olan herşeyin karşısında, fakat şeytanın ve onun temsil ettiği şeyin yanında yer alma hareketidir. Modern Satanizm ABD 'li Macar asıllı Anton Szandor Lavey tarafından kurulan Şeytanın Kilisesi ile ortaya çıkıp şekillenmiştir.

Satanizm 'in inanç ibadet ve ahlak anlayışını Yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler olarak ikiye ayırıp inceleyebiliriz. Satanizm de inançları 21 Satanist nokta, 9 büyük yasak ve 9 bildiri olarak ele alabiliriz.





21 SATANİST NOKTA

The Dark Book of Satan adlı eserde satanistlerin hayatı nasıl anlamalır gerektiği ve diğer bireylerle ilişkilerini düzenleyen yirmibir satanist nokta şunlardır;

-Gücünü kaybetmemek için ,zayıf ve aciz (karaktersiz,kişiliksiz) olanlara saygı gösterme
-İçinde başarı yattığı için gücünü her zaman sına
-Mutluluğu barışta değil zaferde ara
-Uzun süreli dinlenmeden ziyade istirahatlerini kısa tut
-Yeni bir şey yaratacaksan eskiyi tamamen yok et
-Ölümünü göremeyeceğin hiçbir şeyi çok fazla sevme
-Yapıyı Kumun üzerine değil kayanın üzerine inşa et...Çünkü yapı sadece bugün yada dün için değil her zaman içindir.
-Her zaman , yapılmamışı keşfetmek için daha fazla çalış
-Boyun eğmektense öl
-Demircilik ölümün kılıcını işlemek dışında hiçbir sanatsal değere sahip değildir. Çünkü ölüm getiren kılıç bir sanat şaheseridir.
-Her şey üstende başarıyı elde etmek için önce kendinin üstüne çık (kendini aşmayı öğren)
-Yaşayanların kanı yeni bir tohum yaratmak için iyi bir gübredir.
-Kurukafadan oluşan piramitlerin üzerinde duran kişi,daha uzakları görebilir
-Sevgiyi bir kenara atma ,fakat onu her zaman tehdit et çünkü o bir sahtekardır.
-Bütün büyük olan şeyler acı üzerine kurulmuştur.
-En önde olmaktan çok en üst de olmaya çalış, çünkü büyüklük orada yatar.
-Daha önceden yaratılmış engelleri yok etmek için taze ve güçlü bir rüzgar gibi gel.
-Bırak sevgi, hayatında bir amaç olsun, ama en büyük hedefin büyüklük olsun
-Erkek dışında hiçbir şey güzel değildir ama bütün her şeyden güzel olan kadındır.
-Gücü engellediği için bütün aldanma ve yalanları reddet.





SATANİZMİN DOKUZ BÜYÜK GÜNAHI

Satanizm diğer tüm dinlere karşı çıkarak günahı ret ederken kendiside yapılmasını yasakladığı kurallar koymuştur. Satanizm 'de ki 9 büyük yasak şunlardır ;

1- APTALLIK (Stupitiy)


Satanist günahların ilki aptallıktır. Aptallar acı dymazlar. Satanistler hayatın tuzaklarla dolu olduğunu söyleyerek tuzaklara düşmemek ve aptal olmamak için çaba gösterilmesi gerektiğini savunur

2- OLMADIĞIN GİBİ GÖZÜKMEK (Preteniousness)


Boş böbürlenmelerin rahatsız edici bir şey olduğunu söylerler ve Lesser Magic 'in kardinal kurallarına hitap etmediğini bildiriler





3- SOLİPSİZM


Satanizm 'e göre başkalarına karşı davranışlarını dengelemek gerekmektedir. Çünkü karşıdaki kişi senin istediğin gibi olmaz yani sana ayak uyduramayabilir. Bu nedenden dolayı Satanizm, kişi sana nasıl davranıyorsa kişinin de ona öyle davranmasını öğütler ve kolaylıkla yanılgıya düşülebileceğini bu nedenle her an dikkatli olmak gerektiğini bildirir.

4- KENDİNİ KANDIRMAK (Self - Decient)


Satanistler için en büyük Kardinal günahlardan biriside kendini kandırmadır. Karşındaki kişilere her hangi bir nedenden dolayı (tabu, ön yargı,dış baskı vs) olmamasına rağmen büyüklük yakıştırıp saygı göstermeyi dederler. Satanizm için asıl olan bireysel çıkardır ve kutsal olan bireyin sadece kendisidir.

5- SÜRÜYE UYMAK (Herd Conformity)


Bir kişinin diğer bir kişinin isteklerini yerine getirebilmesi ona bir çıkar sağlaması ön koşuluna bağlıdır. Aksi takdirde bir çok kişinin isteklerine uymak onu köleleştirir. BU nedenle köle olmaktansa akıllı bir efendi seçmelidir.

6- PERSPEKTİF EKSİKLİĞİ (Lack Of Perspektive)


Satanizm yaşayarak her gün tarih yazıldığını bu süreçte perspektif eksikliğinin büyük acıları da beraberinde getireceğini bildirir. Bu nedenle her zaman geniş tarihsel ve sosyal olguları görmek gerekmektedir. Sürüye uymak özgürlüğü kısıtlar.

7- ORTADOKSLARI UNUTMAMAK ( Forgetfulness)


Daha önce var olan ve toplum tarafından dedilen veya birey tarafından dedilen şeylerin yeni bir görünüm altında ve farklı bir şeymiş gibi sunulması ihtimaline karşı dikkatli olmak gerektiğini aksi davranışın günah olacağına inanırlar.





8 - CONTERPRODUCTİVE PRİDE


Satanizm 'in kuralı eğer sizin için faydası varsa yapın dır. Fakat sizin aleyhinizeyse ve köşeye sıkıştığınızda tek çıkış üzgünüm bir hata yaptım,keşke anlaşabilsek demek ise bunu yapın. Fakat sonra tekrar denemek gerektiğini bildirir. Yani bireysel çıkarınız için her şeyi yapın.

9- ESTETİK EKSİKLİĞİ ( Lack of Aesthetics)


Birey evrensel estetik görünüme önem vermektense istediği gibi görünme özgürlüğünü kullanmalıdır. Başkalarına hoş gözükmek için taranmış saçlara vs gerek yoktur.



Satanizm 'in 9 Büyük Bidirisi

Satanizmin 9 büyük bildirisi ise şunlardır;

Satanizme göre insan kendini sakınmamalı istediğini yapmalıdır
Satanizm ruhsal umutlar yerine var oluşu savunur
Satanizm nankör insanlar için vakit harcamaktansa hak edenlere incelik göstermeyi emer
Satanistler kendilerine vuranlara diğer yanaklarını uzatmaktansa intikam almayı emer
Satanizm vampir olmak için vakit harcamaktansa daha gerçekçi sorumluluklarını yerine getirmek gerektiğini savunur
Satanizm tüm dinlerde günah diye dayatılan şeylerin duygusal ve zekasal zevkten ibaret olduğunu savunur
Şeytan kilisenin en sadık dostudur.
Satanizme göre insanlar hayvanlardan bazen iyi ama çoğunlukla kötülük yapan canlılardır. Satanizm 'e göre insan kendini kandırmamalı aklıyla olduğu gibi gözükmelidir.




İbadet ve Ahlak anlayışları

Satanizm 'in temelinde geleneksel düşman olarak Hıristiyanlık dini görülmekte, toplum tarafından kabul görülen temel ahlak kuraları dedilmektedir. Cinsel sapıklıklar, cinayetler,kara büyü ve cadılık Satanistlerin bizzatihi yaptıkları olaylardır. Satanizm 'de bazı sayıların özel bir önemi vardır. 13 sayısının kutsallığına inanırlar. 666 sayısına özel bir önem verdikleri bilinmekte olup, bu sayının kutsal kitaplarda (tevrat, Zebur, İncil) geçen Şeytan ile ilgili ayet sayısına denk olduğu düşünülmektedir. Kedinin dünyada şeytana en yakın hayvan olarak kabul edildiği, bu sebeple ayinlerinde kedi kurban edilerek ruhi anlamda Şeytan ile birleşmenin kabul gördüğü düşünülmektedir.

Satanist törenler, ortaya konulan pentagram işareti etrafında mumların yakılması, baltaların elde tutulması, ters haç işaretinin çizilmesi veyatahta bir haçın yakılması, Şeytana dua edilmesi ve kurban olarak bir kedinin kesilerek kanının içilmesi ile gelişip, genellikle burçları aynı olan veya birbirine yakın kız ve erkeklerin cinsel ilişkiye girmesiyle biter. Kedinin kurban edilmesinin sebebi ise şeytana en yakın hayvan olarak görülmesidir. Bazen Satanist ayinlerde şeytana bakire kızlar da kurban olarak sunulmaktadır

Satanistler en büyük özelliklerinde birisi ise büyük bir gizliliktir. Grup üyelerinin aile ve yakın çevrelerinden bile Satanist olduklarını gizledikleri, buna sebep olarakta herhangi bir açıklamada bulunmaları halinde Şeytanın lanetine uğrayarak başlarına kötü şeylerin geleceğine inanmalarıdır.

Satanistler intiharı bir ibadet olarak algılarlar. İntiharın seçilme sebebi, tüm dinlerde kişinin kendi canına kıynmasının kesin şekilde yasaklanmasının etkisi büyüktür. İntihar eden kişi veya grup elamanlarınca yapılan telkinlerle buna zorlanan şahıslar bir an önce ölüp cehenneme giderek Şeytana hizmet etmeyi düşünmektedir.




Kutsal Kitapları


Anton Szandor Lavey 'in yazmış olduğu Satanist Bible (Şeytanın not defteri ) isimli kitap, Satanist gruplarca Şeytan 'ın kutsal kitabı olarak kabul edilmektedir. Bu kitap ta kısaca şu ilkeler açıklanmaktadır ;

Sonsuz kişisel tatmin için çalış
Hayatı canlı yaşa
Düşmanndan nefret et, sana vuranı yok et
Basit bir hayat yaşa,hayvanlar gibi ol
Günah denen şeyleri savunmak gerektiğini
Şeytanın öcü olarak kullanıldığında tüm dinlerin dostu olduğu
İstemedikçe kimseye akıl vermemeyi
İnsanın kendisini asla aldatmaması gerektiği ...gibi ilkeleri Satanizmin temel öğreti ve ilkeleri olarak açıklamaya çalışır.

Günümüzde Satanizm



Satanizm günümüzde ağırlıklı olarak Norveç ' te görülmektedir. Norveç 'in dışında ABD,Rusya,Polonya,Almanya da görülmekle beraber dünyada tüm ülkelerde şeytana tapan kişilere ve topluluklara rastlanmaktadır. Şeytanın Kilisesi adı altında örgütlenmeye çalışmalarına rağmen Satanizm de herşey bireyciliğe dayandığından dolayı bu çok zor görünmektedir. Özellikle Satanist cinayet ve İntihar olaylarıyla gündeme gelmekte ve Bazı ülkeler tarafından yasaklanmışlardır. Ülkemizde Satanizm bir din olarak kabul edilmemek ve Satanizm 'in yaygınlaşması toplum düzenini bozduğundan dolayı engellenmektedir. Tüm dünyadaki sayıları hakkında bir tahmin yapmak oldukça güç olmasına rağmen ülkemizde sayılarının 3.500 civarında olduğu emniyet kayıtlarında belirtilmektedir.

17 Eylül 2009 Perşembe

Gözcüler

Ibrani mitlerinde ve Tevrat'ta onlara "Nefilim" diyorlar. Eski Misir'da adlari, "Neter". Sümer mitlerinde "Anunnaki" diye geçiyorlar. Diger yandan "Sumer" sözcügü, "Gözcü'lerin ülkesi" anlamina sahip. Hangi adla anilirlarsa anilsinlar, bütün eski kültürlerde ve bu kültlere iliskin mitlerde basrol onlarin. Eski diller uzmanlari, Antik Çag kültürlerine sasilacak biçimde net biçimde damgasini vurmus bu esrarengiz varliklarin, neredeyse bütün eski uygarliklarda "gözcüler" olarak adlandirildiklarini söylüyorlar. Sözünü ettigimiz dönem, Isa'dan en az 3000 yil öncesi. Iyi ama, "geç neolitik" olarak adlandirilan dönemin bütün uygarliklarinin literatürlerine benzer ifadeler ve anlatilarla girmis bu "Gözcü"ler kimler? Neyi ya da kimi "gözlüyorlar"? Bütün bunlar yalnizca antik Çag insanlarinin düsgüçlerinin bir ürünü mü, yoksa gerçekten bugün anilari silinmis, izleri bulunamayan, haklarinda hiçbir sey bilmedigimiz birileri, bu gezegende yasamislar mi?
Kim bu "Gözcü"ler ? Mitler ve gerçekler
Sürekli vurguladigimiz gibi, bilginin az oldugu ya da bazen üzerinin örtüldügü yerlerde, spekülasyonlarin basini alip gitmesini engellemek mümkün degildir. Bilimsel yöntemlerden, bilimsel süphecilikten (scepticism) ve somut bulgulardan baskasina güvenmemekten söz ederken, ayni süpheciligi su anda bildigimizi varsaydigimiz alanlara uygulamamak, bazen spekülasyonlardan da olumsuz sonuç verir. Bilim eger "gerçegi aramak" amacini içeriyorsa bizler için, bu ayni zamanda kurumlasmaya, bilimsel otokrasiye de karsi çikmamizi da gerektirir. Herhangi bir alanin "spekülasyona açik" olmasi bizi ürkütmemeli; verileri dogru okumak, burada anahtar sözcük niteligine sahip. Ortodoks bilim ve akademisyenler, çogu kez içinde bulunduklari "bilimsel bürokrasi"nin ellerini kollarini baglayici hantalligi ve "agaçlardan ormani görememe" aliskanligi nedeniyle; yeni ve sarsici düsüncelere bastan olumsuz tepki vermeye egilimlidirler. Hele bu, onlarin "Akademisyenler Olimpos'u"nun disindan geliyorsa. Arkeoloji ve arkeoastronomi, yirminci yüzyilin baslarindan bu yana bu sorunu yogun biçimde yasiyor. Siradisi oldugu varsayilan düsünce ve teoriler yalnizca dislanmakla kalmiyor, bir de asagilaniyor kendilerini "bilimsel süpheci" diye adlandiran ortodoks çevrelerde. Oysa tarih, uzun ve yavas bir yürüyüs. Genis dilimler halinde onu inceledigimizde, her asamasinda ortodoksinin engellemelerini ve inanilmaz tutuculugunu fark ediyor, ama uzun vadede "siradisi" varsayilan fikirlerin yasadigini görüyoruz.
"Neter"ler ya da "Gözcüler" sorunu da yirminci yüzyilin bitmeyen tartismalarindan biri. Dogmalarla gözünü baglamayan ve açik fikirli olmaya çaba gösterenler, bugün "mitler" deyip geçtigimiz anlatilarin bu denli genis bir cografyada ve neredeyse birbirinin ayni ayrintilarla varolmasindan yola çikarak, bu metinlere daha farkli bakmamiz gerektigine isaret ediyorlar. Oysa ortodoks bilim akademisyenlerinin yaklasimi, oldukça farkli. Onlar, eski toplumlari bütünüyle çözümlediklerine inaniyor ve ekliyorlar: "Din dindir, mitoloji de mitoloji. Bunlari gerçek tarihsel olgularla karistirmayin." Bunu söylerken de, bilerek ya da bilmeyerek, bugünün egemen dinlerinin yörüngesinde duruyorlar. Esine az rastlanir bir ikiyüzlülük ve çifte standart uygulamasi bu. Bir yandan somut bilimsel bulgular disinda hiçbir seye prim vermemekten söz ediyorlar, bir yandan da yasadiklari çevrenin egemen diniyle sürtüsmemeye çaba gösteriyorlar. Bunun kendilerine göre "etik" bir yolunu da bulmuslar: "Bilim ayridir, din ve inanç ayri." Oysa "inanmak ve inanç" sözcüklerinin egemen oldugu bir kültürde bilim ve bilginin her zaman bu çifte standartin gölgesinde kalacagini bilmezden geliyorlar. Ama ne gam; "bilimsel" kurumlarin birçogunun bütçesini, Kilise'yi destekleyen holdingler, hatta bazen bizzat dini vakiflar sagliyor. Çogu üniversitede kürsü baskanlari arasinda en az bir musevi var. Bilimin "besigi" oldugu varsayilan ABD'de halkin ezici bir çogunlugu Incil'e bütün kalbiyle inaniyor. Ortaligi bulandirmanin anlami var mi simdi?
"Gözcüler" sorunu, Antik Çag tarihi ve modern arkeolojiye iliskin en kilit noktalardan biri. Bir biçimiyle, felsefe ve ilahiyat akademisyenlerini, hatta dilbilimcileri de bu tartisma çemberi içinde düsünebiliriz. Simdi, bu uzun girizgahtan sonra meseleyi olabildigince yalin biçimde ortaya koyalim:

Eski Misir'in "Neter"leri
Bütün Antik Çag metinlerinde, kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmis belgeler, geriye dogru giden kronolojilerinin sifir noktasina, net olarak çözümlenemeyen bir tür "baslangiç dönemi" yerlestiriyorlar. Bu, onlarin tarihlerinde, "yönetimin tanrilardan insanlara geçmekte oldugu" bir ara dönemi belgeliyor. Belirsiz bir baslangiç döneminden beri bizzat "tanrilar" tarafindan yönetildigini söyledikleri ülkelerinin, bu ara dönemde "Gözcüler" adi verilen üstün yaratiklarca yönetildigini ve sonuçta kralligin insanliga devredildigini anlatiyorlar. Eski Misir'da bunlarin adi, "Neter"ler. Son olarak Osiris'in oglu Horus tarafindan yönetilen ülke, belli bir dönem sonrasinda, bir "Kral yaratma" (Kingmaker) töreninden sonra insanlara birakiliyor ve Neterler geri plana çekiliyorlar - sonra da, izleri siliniyor. Bu ilk "insan kral", bugün arkeolojinin degismez bir gerçek biçiminde kabul ettigi, Firavun Menes. Bildigimiz, yazili tarihe göre I.Ö 3100 dolaylarinda Yukari ve Asagi Misir'i bir tek ülke halinde birlestiren Menes, Misir tarihinde "Hanedanlar Dönemi" denen bir evrenin de baslaticisi.
Misir kronolojisi üzerine bildiklerimiz, iki ana belgeye dayaniyor: Bunlar Misirli tarihçi Manetho'nun yazdigi krallar listesi ve bugün "Torino Papirüsü" olarak bilinen bir yazit. Her iki belge de birbiriyle uyumlu. Bu sayede arkeologlar ve ejiptologlar, Misir'in kronolojik gelisimini formüle edebiliyorlar. Buna göre, Firavun Menes'le baslayan Hanedanlar Dönemi, alt evrelere ayriliyor: Eski Krallik, 1. Ara Dönem, Orta Krallik, 2. Ara Dönem (Hiksoslar Devri) ve Yeni Krallik. Bugün okutulan tarih kitaplarinda da bu kronolojik düzen aynen böyle. süreç içindeki arkeolojik bulgularin Manetho'yu ve Torino Papirüsü'nü dogrulamasi sayesinde, Yeni Krallik ve sonrasi, neredeyse bütünüyle tarihlenebilmis durumda. Eski Krallik'ta, en fazla 150 yil yanilma payiyla arkeologlar hanedan listesini ve Krallari siralayabiliyorlar. Yani bu iki belge, dogrulugu desteklenmis veriler içeriyor. Bütün sorun da aslinda burada: Çünkü Manetho'nun listesi ve Torino Papirüsü, yalnizca hanedanlar dönemi Misir'ini degil, ondan çok daha öncesini de kronolojik sira içinde sunuyor. Yalniz burada yöneticiler insanlar degil, Neterler. Normal insanlara göre çok daha uzun yasayan, ülkeyi binlerce yil yöneten, esrarengiz varliklar. Ejiptoloji ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapiyor? "Alt paragraflarini" tartismasiz biçimde kabul ettigi ve bulgularla dogrulanan bir tarihi yazitin "üst paragraflarini" ya yok sayiyor, ya da "Bunlar mitoloji" deyip isin içinden çikiyor. Neden? Çünkü hayranlikla benimsedigi alt paragraflarda "normal insan"lar krallik yapiyor; üstteyse, kim olduklari anlasilamayan üstün yaratiklar. Böylece bilimsel ortodoksi, ayni belge üzerinde isine gelen bölümü "olgu" diye benimseyip dosyalarken, isine gelmeyen, çünkü anlayamadigi, isin gerçegi "dini inanislarina aykiri düsen" bölümleri "mitolojik" bulup ayikliyor!
Mezopotamya'da ayni seyle karsilasiyoruz: Layard ve Wooley'nin yaptigi arastirmalarda, son derece degerli ve ilgi çekici kil tabletler ele geçiyor. Bunlar, Sümer Kral Listeleri olarak adlandiriliyor. Ayni Misir'da oldugu gibi, listenin en üst sirasinda, yani "normal krallar"dan önce, her biri neredeyse 10.000 yil, 15.000 yil yasayan yöneticiler var. Bunlar, "Tufan'dan önce" uzun süre ülkeyi yönetmisler, sonra insanlara devretmisler. Babil metinleri bu olayi "Krallik gökten indiginde" gibi bir deyisle açikliyor. Bütün Mezopotamya'da ayni kült var asagi yukari. Bulunan belgeler, "en eski metin" olduguna inanilan Tevrat'in, Tufan basta olmak üzere bir sürü temayi Sümer ve Babil anlatilarindan ödünç aldigini ortaya koyarak Kilise'de ve dini çevrelerde buz gibi rüzgarlar esmesine neden oluyor. Üstelik, Tufan öncesi ülkeyi yöneten "tanrilar"dan söz ediliyor, tek bir tanridan degil!
Bu durumda ortodoks arkeoloji ne yapiyor? Misir'da yaptiginin aynisini. Yani Sümer Krallar Listesi'nin "normal insan ömrüne sahip" krallari dogru kabul ediliyor ve belgenin bu bölümü "somut bulgu" sinifina sokuluyor ama Tufan öncesi ülkeyi yönettigi anlatilan, 200.000 yil hüküm sürmüs "tanrilar" ve onlarin sonrasinda, "ara dönem"de insanlara yönetimin geçisini üstlenen ve denetleyen "Gözcü"ler, "mantiksiz" bulunarak "mitoloji" sinifina sokuluyor yine. Ayni belgenin alt kismi dogru, üst kismi "masal"!

Enoch'un sasirtici hikayesi
Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularindan sonra, çok daha eski metinlerden esinlendigi belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrilar" sözcügünü tek bir "Tanri" olarak düzeltmis. Bu arada, Tanri'ya verilen sifat ve onun genel adi, "Efendi" ya da "Sahip" anlamina gelen "Lord" sözcügünde somutlaniyor. Yahudi toplumunun mesken tuttugu bölgenin eski mitleri, büyük tanri Baal'den söz ediyor. "Baal"in sözlük anlami da "Efendi" ve "Sahip". Ayni sifatlarin, daha sonraki yillarda bütün Bati toplumlarinda yöneticiler için kullanilmasi ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatilari ayiklayarak "Tanrilar" sözcügünü "Tanri" olarak tashih eden Tevrat'in, birkaç yerde bunu unutmasi. "Elohim" sözcügü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. Ibranicedeki anlami, "ilahlar"; yani, "çogul" bir sözcük. Ilahiyatçilar bunun tartisma konusu yapilmasina bile karsi çikiyorlar - arkeologlarsa, sessiz. Ama bundan daha kafa karistirici olani var: Yaratilis (Genesis) bölümünün 6. Bab'inda "O günlerde ve sonrasinda da, dünyada Nefilimler vardi" diye bir ifadeye rastliyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcügü, Ingilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa Ibranicedeki fiil yapisina göre tam ifadesi, "yukaridan asagiya inmis olanlar". Yaratilis'taki hikayede "devler"in hiçbir anlami yok - daha sonra da Nefilim sözcügüne rastlanmiyor zaten. Sanki "araya yanlislikla girmis" gibi bir sözcük. Igreti duran, ne anlatmak istedigi belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yillar geçip 1947'de Ölü Deniz yakinindaki bir magarada orijinal el yazmalari bulundugunda, "Nefilim"in aslinda son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram oldugu çikiyor ortaya. Bunun yani sira, Tevrat'in din adamlarinca "edit edildigi" de anlasiliyor. Çünkü I.Ö 4. yüzyildan kalma yazitlar arasinda yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmis olan kopyasi "sahte" sanilan "Enoch'un Kitabi"nin orijinal nüshasi da bulunuyor Ölü Deniz magaralarinda.
Yaratilis'ta yalniz birkaç satirda adi geçen ve "Tanri'yla birlikte yürüdügü" söylenen Enoch'un, aslinda son derece ilginç bir hikayesinin oldugunu ve Tevrat'tan çikarilan bu parçalarin "Nefilim" sözcügüne de açiklik getirdigini fark ediyoruz. Bosluklar Enoch'un Kitabi'nda yazanlarla dolduruldugunda, Bap 6'nin ayni satirinda sözü edilen "..ve Tanri'nin ogullarini insanin kizlarini gördüler ve onlar güzeldi. Onlari kendilerine es seçip onlardan çocuk sahibi oldular" ifadesi de anlamli hale geliyor. Ilahiyatçilari, dilbilimcileri ve tarihçileri yillardir ugrastiran "Tanri'nin ogullari" ile insanin kizlari arasindaki iliski Tevrat'ta yalnizca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Enoch'un Kitabi'ni okudugumuzda, bunun müthis sonuçlar doguran bir olay oldugu çikiyor ortaya. Evinden, ailesinden ayrilan ve "Tanri katinda" yasamini sürdüren Enoch, "Gözcülerden" söz ediyor anatisinda. Bunlar, Tanri ile insanlar arasindaki iliskinin bazen "ara halkasi" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varliklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Enoch'un ayrintili olarak anlattigi hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sirasinda "insan kizlari"ni arzuladigi ve bu fikrini diger "gözcü"lere de söyledigi belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukaridan inen") aralarinda karar aliyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kizlariyla sevisip onlardan birer kari alacak ve bu bir sir olarak kalacak. Çünkü ögreniyoruz ki, yapilan aslinda "yasak". Sonuçta bu birlesmeden "melez" çocuklar doguyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sagliksiz, vahsi, garip yaratiklar oluyorlar. Diger yandan, "insan kizlariyla" birlikte olduklari süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktariyor, bir seyler ögretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasagi çignemek anlamina geliyor. Sonuçta Tanri hem Nefilimleri cezalandiriyor, hem de yarattigi Tufan'la insanlari.
Sümer ve Babil metinlerini bulmus olmamiz, Enoch'un kitabinin da, Tevrat'in diger bölümleri gibi Mezopotamya anlatilarindan esinlenilerek, daha dogru bir deyisle bunlar "revize edilerek" yeniden yazildigini anliyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel degil: Çok eski zamanlarda "Gözcü"ler denen birilerinin dünya üzerinde dolastigi ve yaptiklariyla dünyadaki hayati derinden etkiledigine iliskin en az on toplumun kültüründen gelen tanikliklar var elimizde. Isin en kafa bulandirici yani, çok benzeyen anlatilara, Antik Yakin Dogu'yla fiziksel temasi hiç bulunmadigi varsayilan eski Inka ve Maya folklorunda da rastliyoruz! Simdi, bütün bunlara "Mitoloji iste canim" deyip, elimizin tersiyle bir yana mi itmemiz gerekiyor, "bilimsel tavir" sergilemis olmamiz için. Yoksa eski metinleri farkli bir bakisla bir daha inceleyip, "Kim bu Gözcüler?" diye sormak mi daha mantikli bir davranis?