Cadı sözcüğü telaffuz edildiğinde, kafanızda ne gibi imgeler uyanıyor? Tahmin edeyim; yeşil suratlı, üzerinde koca siyah bir ben olan karga burunlu, kızıl süpürge saçlı, yaşlı ve şeytani bir kadın. Bir de siyah, sivri uçlu şapkasıyla uçan süpürgesi var. Bu ya da buna benzer bir betimleme insanların çoğunluğunun sahip olduğu yerleşik cadı imajı işte. Hem bu kelimeyi birbirlerine karşı iltifat niyetine kullanmıyorlar genellikle. Mesela, çocukken sınıf arkadaşlarımdan biri bana Cadı! diyerek bağırmıştı. Rahatsız olsam da, derinlerde bir yerlerde bu hakaretten pek bir memnundum. Çünkü cadı, farklı olan, kendini savunan, dominant, inatçı ve cazgır dişilere yöneltilen bir tür suçlamaydı. Sonra cadı kelimesinden hoşlanmaya başladım. Cazgır ve dominant yapım zaman geçtikçe törpülense de cadı imgesi, benim için asiliğin, farklılığın ve güçlü bir kadın imajının simgesi oldu. Filmlerden, kitaplardan, belgesellerden ve hikayelerden, Ortaçağdaki cadı avlarını, daha sonraki tarihlere baktığımızda ise ünlü Salem kasabasını çoğumuz biliriz. Cadılar, ve onlarla ilgili efsaneler hemen hemen her yerdedir. V. Hugonun Notre Damenin Kamburunda, Oz Büyücüsü, Hanse ile Gratel masallarında, Shakespearenin Macbethindedir cadılar. Hepsi kadındır, hepsi şeytanidir. Peki, bu neden böyledir? Ancak, yazımda buna bir cevap ararken değinmek istediğim temel nokta, cadıların kim ve cadılığın gerçekten ne olduğu değil. Günümüzdeki Wicca prensipleri ve bunların tarihi kökeni tamamen apayrı bir konu olmakla beraber, benim amacım genel olarak kadınlar üzerine odaklanarak, tarihte var olmuş tutucu, ataerkil ve dogmatik bir düşünce sistemiyle toplum yapısının keskin ipinin, korku ve şiddetle harmanlanarak nasıl büyücülük ve cadılık kılfları ile kadınların boyunlarına geçirildiğidir.
Tarihin başlarda, kadınlar şifa verici olarak hayatlarını sürdürüyorlardı toplumda. Ezilmek veya horlanmak bir yana, saygı görüyor, toplumun beynini oluşturuyorlardı. Tanrıçaya inanıyorlar, bitkiler ve kocakarı ilaçlarıyla hastaları iyileştiriyorlardı. Anaerkil bir hayat düzeninde, bu pek de sorun teşkil etmiyordu zaten. Ancak zamanla düzen değişti, ataerkil bir yapıya geçildi. Avrupa Hristiyan oldu, kilise en küçük birimlere kadar uzanıp onları da kendi dininden yapmak istedi. Ama her birimde başarılı olması imkansızdı. Bazı uzak köy ve kasabalarda, hala eski inançlarını sürdürmeye çalışan halka da Pagan yani köylü adını verdi. Paganların bu pek uzak, yabancı inançları bir tehdit unsuruydu kendi dinlerine karşı. Erkek egemen toplum nası kadını tanımaya hiç çalışmamışsa, Hristiyan toplum da eski geleneklerini bırakamayan Paganları tanımak istemedi. Bilgisizlik de, her zaman olduğu gibi korkuyu doğurdu.
17. yüzyılda Şampanya ilk kez üretildiğinde, ona Şeytanın Şarabı deniyordu. Çünkü kimse köpüklerin nerden ve nasıl çıktığını bilmiyordu. Şampanya, Erkek egemen Orta Çağ Avrupasında da kadınlar haline geldi. Bu şifacı kadınlar ne yapıyorlardı? Hem tek doğru yol olan Hristiyanlığı kabul etmemişlerdi, hem de gizemli, başlarına buyruk ve garip işler peşindeydiler sanki. Yalnız yaşıyorlardı, yanlarında onları koruyacak kocaları neredeydi! Bilimsel kabul edilmeyen bitkisel veya ruhsal yollarla şifa da veriyorlardı. Ama bu kadınların başka şansları olduğu da söylenemezdi. Doktor olmalarına izin verilmiyordu, Tıp eğitimi almaları bile yasaktı zaten. O zaman için Hristiyanlıkta cinsellik de günahtı, şeytanla işbirliğiydi. Cinselliği bir tabu olarak saymayan eski inanışlar da doğal olarak, şeytanla ilişkilendirdiler. Bu farklı insanlar otoriteleri, erkekleri ve diğer kadınları kızdırdı. Farklı veya yenilikçi olan her şeye şeytani damgasını vurmaya başladılar. Ve şöyle düşündüler: İyileştirebilen kimse, öldürebilir de. Bilmedikleri şeyden korktular ölesiye. Sonra da bu kimseleri öldürmeye karar verdiler. Büyü ve büyücülük inancı eskiden beri batı toplumunda yer etmişti zaten. Ancak şimdi tüm bunlardan korkma devresi başlıyordu.
Havva Şeytan tarafından tetiklenmiş, sonra da Ademi kandırıp yasak meyveden yedirmişti. Hem Havva, Ademin kürek kemiğinden yaratılmıştı. Yani hem kötüydü, hem zayıf. Her birinizin birer Havva olduğunu biliyor musunuz? Tanrının cinsiyetiniz üzerindeki hükmü bu çağda da hala yaşıyor, suçu da mutlaka yaşamalı. Siz Şeytanın kapısısınız. Yasak meyvenin mührünü açansınız: Siz ilahi kanunu ilk terkedenlersiniz. Siz Şeytanın saldırmaya cesaret edemediği Ademi ilk baştan çıkaransınız... Aziz Tertullian kadınları kastederek bunları söylemişti. Doğası gereği, kadın, noksan ve değersizdir. diyen Skolastizmin mimarlarından Thomas Aquinas (1225-1274), aynı zamanda kadın için mas occasionatus, yani yarım kalmış erkek sıfatını kullandı. Kadınlar dövülmek içindir, diyen Martin Luther ve buna benzer tüm diğer örnekler, o çağlarda kadının toplumdaki yerini açıkça anlatıyordu. Kadın zayıf, korumasız, eksik ve doğasından şeytani idi.
Eski dine olan tepki ve korku, kadınlara duyulan korkuyla birleşince tam bir felaket oldu. Kadınlardan neden korkuluyordu peki? Çünkü kadınlarda da erkekler kadar zekalarını kullanabilme potansiyeli vardı. Bastırılan bir potansiyel. Çünkü kadın, erkeğin cinsel arzularını harekete geçiriyordu ve bu kimi zaman erkeği zayıf kılıyordu. Ama erkekler zayıf olmamalıydı, bu kötü, baştan çıkarıcı yaratıklar, kadınlar birer günah keçisi haline getirilmeliydiler. 14. yüzyıla gelindiğinde Avrupada oluşacak o Toplu Histerinin temelleri atılmaya başlanmıştı. Doktorlardan bile daha çok rağbet görmeye başlamış olan Şifacılar aslında kötüydü. Fırtına, sel, deprem gibi istenmeyen doğa olayları bile onlara atfediliyordu. Kadın, üretken, doğurgan yapısı nedeniyle zaten hep doğayla özdeşleştirilmişti. O zaman doğada meydana gelen tüm bu kötü olaylar da onun başının altından çıkıyordu. Erkek egemenliği tehdit altındaydı. Kurban buluması lazımdı. Tedavi gücü olan bu insanlar, birden sadece kötülükle bezenmiş cadılar haline getirildi. Suçlamalar başladı. Kadınların sessiz, pasif ve itaatkar olmasını öngören bu evrensel arzu da artık sesli olarak dile getiriliyordu. Diğer kadınların ve erkeklerin işine gelmeyen, otoritelerini sarsabilecek veya eril olarak nitelendirilen yolları kullanan herkes artık birer potansiyel cadıydı. Zaten geriye dönülüp bakıldığında, 14 ve 17. yüzyıllar arasında cadıcılıkla suçlanan ve infaz edilen binlerce insanın yüzde sekseninin kadın, bu kadınların da çoğunun dul, yalnız yaşayan, arsa sahibi, orta yaşlı, toplumun gelenek ve göreneklerinden bir yerde ayrılan kadınlar oldukları görülüyordu.
Tüm bu düşmanlığın ve Ortaçağın karanlığının arasında birden cadılar hakkında korkutucu, karanlık mitler yaratılmaya başlandı. Yeni doğmuş bebekleri kaçırıp yedikleri söylenen cadılar, ayda bir Sabbat adını verdikleri ayinlerine katılmak üzere süpürgelerine biniyor ve orada Şeytanla buluşmaya gidiyorlardı. Orda çırılçıplak soyunuyor ve Şeytanla cinsel ilişkiye giriyorlardı. Tüm bu cadı çılgınlığı, edebiyata bile yansıdı zamanla. Dünyaca ünlü oyun yazarı Shakespeare, çok bilinen eseri Macbethte cadılara yer veriyordu. Öyle yapmak zorundaydı, çünkü o zamanın İngiltere kralı James cadılara inanıyor, onların kendisine kötülük yapmaya çalıştıklarını düşünüyordu. Macbethte de 3 tane çirkin mi çirkin, lanetli mi lanetli cadı kızkardeş, Şeytani tanrıçaları Hecatenin önderliğinde Macbethin başını güç ve hırsla döndürüp, hayatını mahvediyorlardı. Kral James de Demonologie adlı kitabında cadıları, onların kötülüklerini, kendisine bir cadı kadın tarafından (bir sefer dönüşü gemisine) yapılan ölümcül büyüleri anlatıyordu.
Mitler, hikayeler, dedikodular gerçeğe dönünce suçlamalar da aldı başını gitti.Yargılamalar ve infazlar başladı. Malleus Maleficarum adındaki rehber kitap ise, bunca vahşetin kaynaklarından biriydi belki de. Kadın, dostluğun düşmanı olmaktan başka nedir ki! Kaçınılmaz bir cezadan, gerekli bir şeytanilikten, doğal bir günah nesnesinden, cazip bir felaketten, hoş bir zarardan, güzel renklere boyanmış doğanın şeytanından başka nedir ki....... Kadınlar zeka olarak çocuk gibidirler. Erkekten daha şehevidirler... Kusurlu bir hayvandır kadın, devamlı aldatır. Kadınlar her şeye inanmaya daha müsait olduklarından, imanı çökertmeyi amaçlayan şeytan, erkeklerden ziyade onlara yanaşır. Bu yüzden lanetli bir kadın, doğası gereği inancında daha çabuk bocalar ve dininden döner, ki bu da cadılığın temelidir...
Cadının Çekici anlamına gelen Malleus Maleficarum, önce Şeytanın varlığını doğruluyor, sonra da Şeytana hizmetkarlık eden cadıların nasıl farkedileceğine dair bilgiler veriyordu. Kitaba göre, cadı olduğundan şüphelenilen kadının vücudun her hangi bir yerinde bir ben veya nokta varsa, bu şeytanın onda bıraktığı ize işaretti, yani kadının suçu kanıtlanmış oluyordu. Kadın, suçunu itiraf edene kadar işkence görmeliydi. Dahası, uygulanan işkencelerin çoğu fiziksel nitelikte ve kadının cinselliğini yok etmeye yönelikti. Kadınların çoğu işkencenin verdiği acıya dayanamıyor ve şeytanla işbirliği yaptığını, bir cadı olduğunu söylüyordu. Zaten otoritelerin de istediği buydu. Bir kez suçlanan herkesin iki seçeneği vardı; ya işkenceden ölecekti, ya da itirafta bulunup bir cadı olarak yakılacaktı. Şüphelinin cadı olup olmadığını anlamanın bir başka yolu daha vardı. Cadı olduğu sanılan kimse önce suya atılıyordu. Eğer suya batmazsa o bir cadıydı, hemen yakılmalıydı. Ama batarsa masum olduğu kanıtlanmış oluyordu. Yazık, suya batan kimsenin oradan geri çıkabildiği de görülmemişti ki!... Bu derece adil ve mantıklı (!) yargılama ve işkence yöntemlerinin sonunda ölümler hızla artmaya başladı. Artık yanlızca az önce bahsettiğim profile uyan kadınlar değil, insanların çıkarına dokunan, sinirini bozan, menfaatlerini zedeleyen herkes bu suçlamaya maruz kalma riskine sahipti. Komşu evin kızı kocama çapkın bir bakış mı attı, o bir cadıydı!... Yarın tüccar beyin karısıyla kavga ettiğim için ben de aynı şekilde suçlanabilirdim. Ve kurtuluşum bir mucize olurdu. Basit bir batıl inancın tetiklenmesi ile başlamış görünen tüm bu olaylar silsilesi, zamanla çıkar çatışmalarının, güç savaşlarının, basit oyunların bir maşası haline gelmişti.
Tüm bu toplu histeri Avrupada dirildikten sonra, Amerikanın Massachusettse yakın bir kasabası olan Salemde yeniden hortladı. Salem son derece katı ve muhafazakar inançlara sahip, İngiltereden Amerikaya göç etmiş bir koloniden gelen, Püritan bir toplumdan oluşuyordu. Seçilmiş kullar olduklarına inanan Salem halkı, dinlerine aşırı bağlıydı. Tanrının buyrukları eksiksiz yerine getirilmezse, cezalandırılabilirlerdi. Kadınlar içinse durum pek parlak değildi. Erkeklerden daha aşağı bir cins olduklarına inanılan kadınların küçük yaştan itibaren, çok özel durumlar dışında kadınların evden çıkmaları yasaktı, çalışamazlar, itaatsizlik edemezlerdi kesinlikle.
Böyle bir kasabada, yaklaşık 130-140 kişinin tutuklanmasına, 19 kişinin asılmasına ve 1 kişinin de ezilerek öldürülmesine sebep olan tüm bu cadı avı olaylarının tetikleyicisi ise 9-11 yaşlarında birkaç kız çocuğu idi. Çocukların bakıcılığını yapan köle Tituba, boş zamanlarında, zaten evde dışarı çıkmaları yasak olan bu kızlara kehanet oyunları gösteriyor, bir bardak içindeki suya yumurta akı koymak süretiyle ilkelce oluşturduğu kristal kürelerde kızların fallarına bakıyordu. Zamanla kızlar da tüm bunlardan etkilenip, kendi aralarında Titubanın onlara öğrettiklerini uygulamaya başladılar. Ve ne olduysa oldu. Kızlar durup dururken saraya benzer nöbetler geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, acı içinde eğilip bükülmeye başladılar. Nedenleri sorulduğundaysa parmaklarıyla Titubayı gösterdiler. Zaten halk oldum olası büyüden, cadılardan ölesiye çekiniyor, tüm bunları şeytanla ve kötülükle ilişkilendiriyordu. Kızların anormal davranışlarını da hemen büyüye bağladılar, ve Titubanın suçluluğuna inanmaları hiç de zor olmadı. Soruşturma başladığında, kızlar bazı isimler vermeye başladılar. İlk suçlananlar; Tituba, kocasının yokluğu zamanında ailesiyle tek başına kalan Sarah Good, ve uşağı ile evlenmeden aynı evde nikahsız yaşayan yaşlı kadın Sarah Osborne oldular. Kadınların sorguları esnasında ise küçük kızlar yine sara nöbetleri geçirmeye başladılar ve cadıların hayaletlerinin mahkeme salonunda dolaştıklarını, onlara; saldırıp tırnakladıklarını, ısırdıklarını söylediler. Tüm bunlar kızlara olan aşırı ilgiyi daha da arttırdı ve suçlamalar, kızların verdikleri isimler doğrultusunda tam gaz devam etti. Zaten, kızların tek sahip olmak istedikleri şey, dogmatik, tutucu ve misojinist toplumlarında ezildikleri dişi kimliklerini aşarak, bir nebze de olsun ilgi merkezi olabilmek idi belki de. Kızlardan birinin olayların bir son bulup durulmasından sonraki yıllarda, tüm o ayılıp bayılma hikayelerinin bir oyundan ibaret olduğunu acı bir biçimde itiraf etmesi bir yana, kızlar amaçlarına ulaşabilmiş olsalar bile, 14. yüzyıl Avrupasındakine benzer bir biçimde, bir sürü masum insanın ölümüne açtılar. Hatta, bir sürü masum canlı tabirini bile kullanmak yanlış olmaz. Evet, Salemde cadı suçlamasıyla yargılanıp asılanlardan bir tanesi de bir köpekti!
Tüm bu yanlış anlaşılmalar, suçlamalar, işkenceler deliliğinin sorumluluğu, aslında ne erkekler, ne kadınlara; ne aşırı dinciliğe ne de başka tek bir olay veya olguya ait. İnsanlar olarak çoğunlukla tek bir şeye özlem duyuyoruz, o da güç. Ve bu güce ulaşmak pahasına güçsüzlerin üzerine çıkma savaşı veriyor, sahip olduğumuz güce karşı duran potansiyel tehditleri de içimizi saran korkunun yarattığı öfke ve panik ile yok etmeye çalışıyoruz. Bilgisizliğin ve dar görüşlülüğün kurbanları tarihte yalnızca kadınlar olmamış. Gözümüzü açıp baktığımızda tarihte bu tarz örnekleri bulabileceğimiz onca olay var. Hele günümüze bakarsak hiç mi hiç zorlanmayız. Tüm bu Şeytanla ilişkilendirme vakaları şu an bile devam ediyor. Çoğu, büyücülükle veya bu tarz pratiklerle alakası bile olmadığı halde bir çok Wiccan, Batıda yanlış algılanıyor, Kilisenin Ortaçağda yarattığı bu hayali imajla karıştılıyor. Günah keçisi bulma işinde ise ne Batııya ne de başka bir yere bakmamıza gerek var aslında. Yakın zamanda bazı liselerde intihar eden gençlerin ardından, onlara vurulan Satanist damgası, belki de sorunu asla kendinde aramayı akıl edemeyen veya akıl edip de görmek istemeyen bizlerin ilk çıkış kapısıydı. Vah, vah gençler yoldan sapmış, vallahi bizim suçumuz yokmuş, bakın ine cine şeytana tapıyorlarmış. Kalan sağlar bizimdir. Sonra yine tarihi andırır bir biçimde, yabancı olduklarımıza, gözümüzün tutmadıklarına çamur attık. Polislere her küpeli, uzun saçlı, siyah tişörtlü delikanlıyı toplattırdık. Görünüş yeterliydi damgayı basmak için. Başka bir olayda da, ölen gencin Fantastik Rol Yapma oyunu (FRP, Fantasy Role Playing) oynadığını öğrendiğimiz anda da gazeteye manşetler attık FRP Öldürüyor! diye. Bakın, bunda da hiç suçumuz yoktu. Bir şeytani mi şeytani oyun yüzünden yitip gitmişti gençler. Çünkü kolaydı böyle bizden uzak, ayrı, bilgimiz olmadığı şeylere yüklemek tüm sorumluluğu, sonra da kuş gibi hafiflemek, kim bilir hangi nedenlerle oluşmuş bazı üzücü olayların üzerimizdeki bunaltıcı gölgesinden sıyrılmak, gerçeklerden kaçmak. Şeytanın Şarabı diyorduk yine canımızı sıkan her şeye ve sıyrılıyorduk. Karanlıktan doğan bilgisizlik, ve onun çocuğu korkuyla büyüyen günah keçileriavının yansımaları mıydı bunlar? Ortaçağ düşüncesinin hayaleti 21. yüzyılda bile bizleri kovalıyordu galiba. Vallahi bizim bir suçumuz yoktu.
Kaynaklar:
Appel, Benjamin. Man and Magic. New York, Random House, Inc.1966.
Barstowe, Anne Llewellyn. Witchcraze: A New History of the European Witch Hunts. Pandora Publications. San Francisco 1994.
Boyer, Paul. The Salem Witchcraft Papers: Verbatim Transcripts of the Legal Documents of the Salem Witchcraft Outbreak of 1692. DaCapo Press. USA, Dec. 1977
Dowling, Dean R. "Witch Hunts and the Chiristian Menatlity". Articles. January, 1993. Atheist Foundation of Austrila Inc. 14 Nov. 2003 http://www.atheistfoundation.org.au/witchhunts.htm
Howells, John G., The World History of Psychiatry. New York: 1975.
Karlsen, Carol. The Devil in the Shape of a Woman. W.W. Norton & Company, 1998.
McCullough, Sean. "Witch Hunts Were Anti-Female Pogroms by Christians." May,1998. Shy David's Jesusphile's Militant Feminist Page. Dec; 2003. http://www.holysmoke.org/sdhok/jp-fem1.htm
Mueller, Reverend Kara. "The Role of Feminism in the Goddess Movement." 2001. Rev Kara. Dec, 2003. http://revkara.com/originalworks/fem...smovement.html
Ravenwolf, Silver. Teen Witch. Wicca for a New Generation. USA, Llewellyn Publications, 2002.
Reis, Elizabeth. Damned Women: Sinners and Witches in Puritan New England. USA, Cornell Univ. Pr; February 1999.
Robinson, B.A. "Statements about women by Christian leaders and commentators." Nov. 2000. Religious Tolerance. Dec, 2003. http://www.religioustolerance.org/lfe_bibl.htm
Russel, Jeffery B. A History of Witchcraft. Sorceres, Heretics and Pagans. New York, Thames and Hudson, Ltd. 1997.
Sharpe, James. Instruments of Darkness: Witchcraft in Early Modern Egland. USA. Routledge; 2001
Symmonds, Lindsay Nicole. "Silencing Female Power" Howard Wilson Prize Essays. 1997. Common Room Archived Volumes. Common Room. 13 Nov. 2003. http://deptorg.knox.edu/engdept/comm...-Pages_1-5.htm
Walsch, Neale Donald. Conversations With God : An Uncommon Dialogue (Book #3). USA, Hampton Roads Pub Co;Nov. 1998.
Wilson, Lori Lee. The Salem Witch Trials. USA, Lerner Publications Company, 1998.
Crow; William Bernard. Büyünün, Cadılığın ve Okültizmin Tarihi. İstanbul. Dharma Yayınları, 2002.
24 Eylül 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder