18 Kasım 2008 Salı

Baba Vanga

Amerika’nın yeni siyahi başkanını 18 yıl öncesinden bilen Bulgar kahine göre, Barack Obama, ABD’nin çöküşüne yol açabilir

Amerika’da 4 Kasım’da yapılan seçimlerde ülke tarihinde ilk defa siyahi bir adayın başkanlık koltuğuna oturması tüm dünyada coşkuyla karşılandı. Küresel finans kriziyle boğuşan dünya liderleri, Demokrat Başkan Barack Obama’yı bir umut ışığı olarak niteledi. Dünya basını, 50 milyon beyazın da tercihi olan Obama’nın Bush politikalarını terk ederek dünyaya barış getireceğini, vergi indirimi sayesinde Amerika’yı ekonomik krizden kurtaracağını yazdı. Ancak Obama’nın başkan seçileceğini 18 yıl önce bilen Bulgar kahin Baba Vanga’ya (Vanga nine) göre Obama’nın “değişim” sloganı sanılanın aksine dünyaya barış değil felaket getirecek. İkinci dünya savaşı sırasında Nazi Lideri Adolf Hitler tarafından bizzat ziyaret edilen, Rus gizli servisi KGB’nin bile tavsiyeler aldığı Baba Vanga 1996 yılında 84 yaşında hayata veda etmişti.

11 Eylül saldırıları, Kursk faciası, ve Rusya’nın Gürcistan’ı işgal edeceğini bilen Baba Vanga Amerika’ya dair şu kehanetlerde bulundu:

“Amerika Birleşik Devletleri’nin 44’üncü başkanı (Yani George Bush’tan sonraki başkan) siyah olacak. Bu Amerika’nın göreceği son lider olacak. Çünkü siyahi liderin göreve gelmesinden kısa bir süre sonra ülke büyük bir ekonomik krize girecek.

Kuzey ve güney eyaletler arasında anlaşmazlık çıkacak. Endonezya karışacak. Tüm bunlar Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatacak... Üçüncü Dünya Savaşı’nda ilk kez atom bombası kullanılacak.

KEHANETLERİN %80’İ TUTTU

Hayattayken kehanetleri Bulgar hükümeti tarafından kaleme alınarak saklanan Baba Vanga’nın kehanetlerinin yüzde 80’i doğru çıktı. 1989’da Rus televizyonuna “İki çelik kuş kulelere çarpacak gökyüzü aydınlanacak, (11 Eylül saldırıları) Kursk (2000 yılında 118 Rus askerine mezar olan denizaltının adı) su altında kalacak bütün dünya arkasından ağlayacak, dedi. Kahin 1994 yılında da ” Vladimir’in zaferi dünyada herşeyi eritecek. (Gürcistan savaşı). İklimler değişecek (küresel ısınma). Rusya ayakta kalacak ve dünyaya hakim olacak” demişti.

Baba vanga KİMDİR?

AsIl adı Vangelina Pandeva olan Baba Vanga, 1911 yılında dönemin Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde olan Bulgaristan’da (şimdiki Makedonya) doğdu. 13 yaşında sele kapılarak toprak altında kaldı. İki gözü de iltihaplanıp kapandı. Bu kazadan sonra geleceği okumaya başladı. Dokunduğu her şeyi tüm ayrıntılarıyla tarif ediyor, bastığı toprakta yıllar önce ne olaylar geçtiğinin hepsini söylüyordu. Ünü arttıkça Bulgar devletini bir organı gibi çalışmaya başladı. Aylık maaşa bağlandı. Bilim adamları görüşmek isteyenlerin randevularını ayarlamaya başladı. Kehanetlerin hepsi Bulgar hükümeti tarafından kaleme alındı. Kayıtlara göre ünlü kahini zamanında Nazi lideri Adolf Hitler bile ziyaret etti. Hitler’in bu görüşmeden çok sinirli çıktığını söyleniyor. Baba Vanga 1996 yılında 84 yaşındayken öldü.

---

Paylaşım için tşkler! Bende de birkaç ek bilgi var.

Baba Vanga'nın resmi:
http://img370.imageshack.us/img370/6010 ... ga1oo8.jpg

Ve diğer kehanetleri:
2008 - 4 ulkenin 4 devlet baskanina suikast girisiminde bulunulacak ve bu 3.dunya savasinin baslama nedenlerinden biri olacak. dunyada surekli kargasalar yasanacak.

2010 - 3.dunya savasi kasim 2010 da baslayacak ve ekim 2014 yilina kadar surecek.

2011 - Radyoaktif dalgalarinin yogunlasmasi yuzunden hayvanlar ve bitkiler yok olma noktasina gelecek. Musluman ulkeler kimyasal savas ile avrupalilari yok edecek.

2014 - insanligin yarisi deri ve diger organlarin kanser hastaligi ile bogusacak. 

2016 - avrupa nufusu yari yariya azalacak.

2018 - dunyanin yeni hakimi Cin'e gececek ve ekonomik olarak Cin cok guclenecek.

2023 - dunyanin yorungesinde hafif bir degisiklik olacak.

2025 - avrupa da nufus daha da azalacak.

2028 - tukenen petrol ve diger yeralti kaynaklarinin yerine yeni bir enerji kaynagi bulunacak.

2043 - Musluman bir devlet yeniden avrupanin tek hukumdari olacak.

2046 - tedavi edilmeyecek organ kalmayacak. gelistirilern yeni buluslarla hatali, hastalikli organin yerine yenisi (birebir) yeniden yapilacak.

2076 - butun dunyada "sinifsiz" komunizm sistemi yerlesecek

2084 - tabiat kendini yenileyecek

2088 - butun hastaliklar bir kac saniyede tedavi edilecek.

2097 - cabuk yaslanmanin onune gecilecek.

.

.

.

2167 - yeni bir din 

2299 - fransiz partizanlar islam dinine karsi ayaklanacaklar.

2304 - ay'in sirri (gizemi cozulecek)

3797 - конец света - end of the world - dunyanin sonu... baska bir gezegende insan yapimi yeni bir hayat baslayacak.

Astral Seyahat Sohbeti

Astral seyahate ilgim, yahudi mistisizmi kabalaya olan ilgimle paralel olarak filizlendi. Teorik olarak aylarca çalıştıktan sonra kuvvetimi topladım en sonunda ve pratiğe geçmeye karar verdim. Bir Amerikan üniversitesinin (IOwa University) parapsikolji yan dalının açılış seminerinin tutanaklarını okumuştum. Orada astral projeksiyonun duyular ötesinde duyuları hissetmeyle ilgili olduğu söyleniyordu. Yani projeksiyon yaparken kilitlediğimiz beş duyumuzu o an olmak istediğimiz yerde harekete geçirmeliydik. O sıralar (2 sene önce) iş nedeniyle sık otobüs yolculuğu ederdim. Orhan Pamuk'un otobüs yolculuklarına geniş yer veren mistik kitabı Yeni Hayat'ı da bu sıralar okumuştum. Kafamda şöyle bir şey oluştu: Odama gireceğim, kendimi aile fertlerinden ve dış dünyadan soyutlayacağım. Hatta hiç utanmadan anadan doğma soyunup koltuğa kuruldum. Otobüste olduğumu, açık gözlerimle hep ezberlediğim yolları (Antalya - İzmir veya İzmir - Antalya istikameti) izlediğimi hissetmeye çalıştım. KIsa sürede daha önceki otobüs yolculuklarımda hayalgücüme ve bilinçaltıma sızmış ayrıntıları duymaya, beş duyumu bunlarla ilgilenerek harekete geçirmeye başladım. Örneğin, otobüsün kırmızı ışıkla saat gecenin üçünü gösteren tabelasına bakarken, arka koltuklarda ağlamaya başlayan bir bebeği duyuyordum. Ellerimle dizlerime ve baldırlarımla yanımdaki yolcunun baldırlarına dokunduğumu hayal ediyordum. Başka ne duyu kaldı? Tat! Evet, az evvel otobüsün iç ışıkları söndürülmeden evvel dağıtılan topkeki de aynen genzimde tadabiliyordum. 
Tabii, bu otobüsün içindeyim ve şuradan şuraya seyahat ediyorum fantezisine haftalarca devam ettim. Geceyarısı herkes yattıktan sonra odamda otobüs yolculukları düzenliyordum. Ve duyularımı astral mekanda açmak için hep aynı yolcularla ve hep aynı kokular, seslerle. Önündeki üniversiteli çift her projeksiyonunda birbirlerinin omuzlarına başlarını koyuyorlar, kaptan arada sırada sigara içip pencere aralığından seret esen rüzgara küllerini savuruyordu. Bu yolculuğu ezberlemiştim. Tabi bahsettiğim haftalarda da gerçek şehirlerarası yolculuklara çıktım. Hayalimi zenginleştirecek ayrıntılara dikkat ettim. 
Böyle uzun anlatıyorum diye sıkılanlar oluyordur aranızda. Lütfen, bu tecrübelerin taş gibi sabırla, çelik gibi iradeyle kazanıldığını hatırlasınlar. Okusunlar. 
Neyse, bir gece yine koltuğuma geçtim. Dişlerimi yeni fırçalamıştım. Algı seviyemi genzimdeki diş macunu kokusunun yerine topkek kokusunu hissetmeye çalışarak aşağıya çektim. Tek zerremi hissetmiyordum. Arkalardan aynı çocuk ağlamaya başladı. Muavin bir yolcuya fısıl fısıl bir şeyler anlatıyordu. Bu gece, dedim, kalkıp şoför mahalline adımlayayım. bakalım beni farkedecekler mi? Hafifçe doğruldum. Dar koridora çıktım. Hızla geçtiğimiz uzak köylerin idare lambaları yanıp sönüyordu. Ağızları açık uykuya dalmış vatandaşlarımı izliyordum ki, aniden heyecana kapıldım. Bu o otobüs değildi!! Ve yolcularda her gece projeksiyon yapıp yüzlerine aşinalık duyduğum o sıradan insanlar değildi. Bambaşkaydı, gerçekten otobüsteydim. Ve o projeksiyonda hayalini kurduğum otobüste... 

Bir açıklama: İzmir Antalya arası seyahat yapanlar bilirler. Metro firmasının iki Setra marka otobüsü sürekli gidip gelirler. Aslında Ayvalık - Anamur seferine dahil olursunuz. İzmirden ve Antalyadan 23 de kalkarlar. Sefer sayıları hala 718 ve 3611 dir. Hep bu ikisi gidip gelir karşılıklı. Bunu bildiğim için, projeksiyon esnasında bu otobüslerin o hayal ettiğim yollarda sefer halinde olduklarını bildiğim için böylesini seçmiştim. 

Ve evet oldu. Sessizce astral bedenimle yolcuları izledim. Annelerinin dizlerinde uyuklayan çocukları, öksüren amcaları, horlayanları, bacak değiştirenleri. Astral bedenin bakış açısı da çok değişik. Nasıl desem, tüm açıları kapsayan bir genel odaksızlık... Bir yöne bakmıyorsunuz, her yönü eşit açılarla görebiliyorsunuz. Bedeninizin bir kısmını veya tümünü otobüsün tavanından çıkarıp geceye karışıp yükselebiliyorsunuz. Uazak bir ova köyüne gidip anında bir düşünceyle otobüsün içine dönebiliyorsunuz. Fısıltıları ( aynı anda olsalar bile) şarkı sözleri gibi rahatlıkla seçebiliyosunuz. Anlatılması devede kulak kalıyor inanın, iradenizi kullanıp, bu hali kazanmanızı çok isterim. 
İlk astral seyahatimi seyir halindeki bir otobüsün içine on dokuz ay önce gerçekleştirdim. Şimdilerde tarifinde zorlanacağım deneylere kalkışıyorum. Tam olarak anlatılamaz, şu açıdan: 
Anne karnında iki bebek düşünün. İkizler. Henüz doğmamışlar. Birini alıp dünyayı gezdirseniz, her şeyi de değil, üç beş sokak yürütseniz kucağınızda. Sonra bu bebek anne karnında bekleyen ikizinin yanına döndüğünde şahit olduklarını nasıl anlatır? Nasıl anlatmayı dener sizce? Demek istediğim kafa yapımız ve kelimelerimiz beş duyuyla algıladığımız dünyaya göre şekillenmiş. O duyuötesi tatları ve hazları betimleyecek lügata sahip değiliz. Annne karnında kalan diğer kardeş, henüz doğmadığı için yalnızca doğum zarının soluk karanlıklarını ve pıhtılaşıp seyrelen yoğun bir kan kırmızısını biliyordur. Onu da his vasıtasıyla, isimlerini bilmeksizin. Oysa anne karnından alıp ağaçları, parkları izlettirdiğimiz diğer kardeşini düşünün. İkizine tek söyleyebileceği, doğacakları günü şiddetle arzulaması olmayacak mıdır? 

Umarım anlamakta sorun çekmemişsinizidir. Vaktim oldukça bilgilerimi paylaşmaktan memnun olacağım. İyi günler.


---

Kaskatı kesilmek korkunun ve manevi açlığın sonuçları olduğunu düşünüyorum. Son dönemlerde Batı üniversiteleri, akademisyenleri ve parapsikoloji kürsüleri dikkatlerini İslam tasavvufuna yöneltiyorlar. Tasavvufta Kamil İnsan olmak için Seyr-i Süluk isminde hallerden geçmek gereklidir. Bu aşamaların sonunda mürid manen olgunlaşır ve Allahı kendinde tecelli etmiş bulur. Ortaçağ şairlerinden Hallacı Mansur Ene'l Hakk (Ben Allahım) demiş ve kellesini kaybetmiştir. Bu Vahdet-i Vücuttur. Şuraya gelmek istiyorum; sufiler, dervişler bu yolu takip ederken zihin ve algı seviyelerini aşağılara çekecek kutsak sözcükleri tekrarlarlar. Zikrin en üstünü ve son aşaması Lailaheillallah'tır ki bu Allahtan başkası yok, yani ben de yokum, annem, o filan senen önce bana hakaret eden adam da yok, bindiğim deve, geçtiğim yollar, fotoğraflar falan flilan hiç biri yokmuş meğer... Bu idraki kazanıyorlar. İnanç seviyeleri duyu ötesine kitleniyor. Dolayısıyla bedenleri de yoktur. OLsa olsa bu yok olan dünyada yokluğunu idrak edene kadar onu yalanların içinde taşıyacağı bineklerdir. 

Sizin kaskatı kasılmanız sanıyorum biraz da çıkıştan sonra dönememekle ilgilidir. Korkmayın. Kasılıyorsanız, bedeninizin hala orada olduğuna inanıyorsunuz demektir. Bırakın kendinizi. Başka yerler düşleyin. Israrla düşleyin. Bedenini yattığınız yahut oturduğunuz yerlerde hiç hissetmeyip düşlediğiniz yerlerde yaşamaya alışın. İlk zamanlar sadece düş kalacaktır bunlar. Zamanla uyku gerçekliğinizi yitirecek ve duyuötesi keşiflere başlayacaksınız. İslam bunu asırlar öncesinden çözmüş ancak şeriat meriat deyip bu güzelim bilgilerini kurumsallaştırmamış. Keşke bizim ünüversitelerimiz Batıni İlim ve Hal Kürsüleri (İsmi de şeriata uygun olsun, lafımız yok:) ) açsa, parapsikolojide emekleme devresinde olan insanlığa biraz yardımı dokunabilir böylece.

------

Ben otobüs yolculuğunu örnek verdim diye siz de geçmişinizde kalmış otobüs yolculuklarını anımsayıp bu şekle yönelmenizi önermiyorum. Farkındaysanız, daha dikkatli okursanız, size bir yöntem de önermemiştim. Ben ilk deneyimimi bu şekilde yaşadımı anlatmıştım. Şİmdi biraz yorum yapalım.. 

O sıralar otobüs yolculukları hayatımın bir parçasıydı. Ayda iki kez şehirlerarası yolculuk yapıyordum. Bir de otobüs yolculuklarını konu alan bir kitap okumuştum. Astral seyahat hakkında edindiğin teorileri bu yönde pratiği dökeyim dedim. KENDİ HAYATIMA BAKARAK; HAYATIMI MEŞGUL EDEN MALZEMEYİ KULLANDIM PROJEKSİYON İÇİN. 

Astral seyahat yapmaya karar verdim ve sordum: Günlerim nasıl geçiyor? Gece yattığımda uyku öncesi aklıma dolan düşünceler genelde ne üzerine? 
Ve farkına vardım ki, son dönemlerimde (o zaman) çok fazla seyahat yaptım ve bilinçaltım bu otobüs yolculuklarının ayrıntılarıyla yüklenmiş durumdaydı. Ne idi, uykumdan önce zihnime dolan bu ayrıntılar: 
Misalen, yanımda oturan yolcular, değişen servis elemanları, otogarlardaki 
kavuşma ve ayrılma manzaraları, otobüsün iç sesleri, iç ısısı... Bir şekilde bunlar uyku öncesi ruhumu meşgul ediyordu. Ben de ZİHNİMİN İÇİNDE BULDUĞUM bu tortu malzemesini kullanarak astral seyahate kalkışmayı denedim, yaptım. İki senedir de her çıkışla birlikte daha derinleşiyorum. 

Sizlere tavsiyem zihninizi ne ile meşgul ettiğinizi saptamanız ve bunları kullanrak astrale yoğunlaşmanız. Örnek verelim: MUstafa isimli bir çocuk ve İpek isimli bir kız astral seyahat yapmayı kararkaştırdılar. Düşünüyorlar. Son günlerde "aklımızı" neye yoruyoruz? Hepinizin bildiği gibi cevap şu olacaktır: Astral seyahat. YANLIŞ YAKLAŞIM. 
Doğru soru şu olmalıydı. Son zamanlarda "ruhumuzu" neye yoruyoruz? Ruhumuz nelerden etkileniyor. Bunun cevabı aklımıza ilk dolan düşüncelerde değildir. Ruhumuzu dinlemeyi bileceğiz. Ruhumuza açılan kapı da uyku öncesi bize bağlı olmadan aklımaza sızan düşüncelerdir. İşte bunlarla kendimize has senaryolar hazırlayarak astral seyahat adımlarını yürümemiz gerek. 

Mustafanın ailesel sorunları olsun. Babası pezevenktir. Mustafa arkadaşımız Yeni öğrenmiştir. Kaba kaçtığını bilmeme rağmen yazıya dikkat çekmek için söylüyorum. Yıllar yılı makine mühendisi bildiği babası aslında iş toplantılarında ilkin bu işi gözetiyordur. İster istemez Mustafa etkilenir. HAyatımız boyunca bildiğimiz, inandığımız bir şeyin aslında çok farklı olduğunu öğrenmek canımızı acıtır. Az sonra Mustafa ya bu yıkıcı malzemeyle nasıl Astral yaptıracağımızı düşünürken siz, ben Ayşeye döneyim. 

Ayşe son zamanlarda eniştesine (ablasının, halasının veya herhangi bir arkadaşının kocası olabilir) aşık olduğunu sezer. Astral seyahat fotıkopilerini okurken sayfaların boş kenarlarına bu şahsın ismini yazar durur farkında olmadan. Durumu bu. 

Bakın bu malzemelerle onlara bir astral uçuş platformu, bir nevi pist hazırlayacağız.. 

MUstafa bir gün büyüdüğünde babası gibi pezo olmak istemez de, hani belki annesinin öcünü almak için babası evde olmadığında projeksiyon yapıp babasını izlemeyi kurar kafasında. Böylelikle o eve döndüğünde bir köşeye çekip hesap sorabilsin. Koltuğuna gömüldüğünde babasının şu an olabileceği yerleri gözden geçirir. Loş bir ortamdadır şüphesiz. Gürültülüdür. İçkilidir. Dumanaltıdır belki. Havadar da olabilir. Bunlardan bir senaryo üretir Mustafa. Oraya projekte edecektir kendisini. Ancak hepsi muammadır. Bİlgisi yok. Babalarımızın kokusunu, toplum içindeki tavırlarını, konuşurken seçtikleri kelimeleri, birini etkilerken üzerinde durduğu ses tonunu, mimiklerini falan biliriz. Mustafa kafasında babasının imgesini kurar ve onu, o an olabileceği bir yere senaryolaştırır. Babasının lüks bir gece külubünde kadınlarla ve karanlık damlarla bir arada olduğunu hayal eder. Kendisini de o masanın etrafına koyar. Sessizce babasını izler. Ne anlattığını duymaya çalışır. Bakın telekinezi de böyle yapılır. Birinin nerede olduğunu bilmeseniz de onun nerede olursa olsun hep aynı kalan özelliklerini hatıranızda canlandırdığınızda bir temas hasıl olur. Mustafa bir bakar ki, babası masanın öbür ucunda sigarasını küllüğe bastırırken... Hooop... O an babası neredeyse oradadır astral bedeniyle. Tavandan, bulunduğu odanın penceresinden, balkonundan babasını izliyordur. Ve uyandığında saniye saniye hatırlar. Babasıyla konuşup test edebilir. Ben astral seyahat olayına işte bu kadar basit yaklaşıp tüm varlığımla inandığım için başarabildim. 

Ayşe de kendisini eniştesiyle evli olan kadın olarak hayal eder. Onunla bu saatte aynı evdedir. ("Astral seyahate, sanki kuralı varmış gibi" geceleri kalkıştığımız için geç saati seçiyorum) Duygularını açamadığı eniştesiyle kucak kucağa DVD izliyordur. Ona bedeninde hissettiği ablası, halası.. vs nin gözleriyle bakıyordur. Ayse buna odaklanır, içi kavrulana kadar arzular. Ve kendisini astral bedeniyle eniştesinin evinde bulur. 

Siz de yaşamlarınızdaki baskın malzemelri senaryolaştırarak, hatta gerekliyse senaryonuzda tanıdığınız (verdiğim örneklerdeki gibi) insanları katmaktan çekinmeyerek astral seyahat denemelerinde bulunun. 

Benim kullandığım yöntemde arkadaşlar bedeninizi unutuyorsunuz VE NEFES ALDIĞINI, o an yatakta olduğunuzu, hepsini unutuyorsunuz. Tek amacınız düşündüğünüz yerde olmak olmalı. Orayı yaşamaya başlamalısınız. Oarad nefes almalısınız. Uyku halinde olduğunuzu devamlı hatırlasanız o gitmek istediğiniz yerde uykuya dalıyor olduğunuzu, bu da olmuyorsa en azından orada astral seyahata kalkışıyor olduğunu kurmanızı öneriyorum. Hayal gücü kuvvetli olanlar manevi tecrübelerde bir adım daha öndeler kanımca. Bilgisayar, kitaplar ve hayat koşuşturması karşısında harcadığımız zamanın onda birini düzenli olarak astral seyahate verirsek inanın çok şey kazanacağız arkadaşlar. 

Sıkışma, genişleme, bunalma, huzurusuzluk hisseden arkadaşlar bu hallere iltifat etmesinler, ilgilenmesinler, yalnızca gitmek istedikleri yeri anı saati saatine düşleyip odaklansınlar. Bu bunalmaları lütfen sizi bir an önce astral seyahate itecek araçlar olarak görünüz, yılmayıp inadına odaklanıp yakıcı arzuyla beraber astral seyahate ulaşmanızı isterim.

------

Bakın ben yükselmeyi, havuzlarda yüzmeyi, bulutlarda süzülmeyi asla düşlemedim projeksiyon esnasında. Tek yaptığım bulunmak istediğim yerde olduğuma tüm varlığımla kendimi inandırmak oldu. 

Projeksiyon yaparken yatmıyorum, uzanmıyorum. Yumuşak bir koltukta belim dik vaziyette bedenimin rahatını sağlıyorum. Gözlerimi kapıyorum. Gün içerisinde beni motüve eden şarkılar dinlemişimdir. Onları zihnime çağırarak kendimi mistik koridorlara hazırlıyorum. Brigitte Jones'un Günlüğü filminde çalan Love Rosey şarkısı nedense bana mistik gelir. Gözlerimi kapıyorum. Son haftalarda hep aynı yerde olmak istemişimdir, orayı düşünüyorum yine. Derinleşme, projeksiyonda ileri safhalara ulaşma aynı yere projeksiyon yapmayla oluyor. Üst üste gelen damlaların toprağı oyması gibi. Artık orada olduğumu hayal ediyorum. Koltuğumda kitlediğim beş duyumu, ulaşmak istediğim yerde zihnimde kullanıyorum. Orada mesele insanlarla konuştuğumu (duyma), çiçeklerin, çiçekler yoksa mobilyaların açtığı havayı solumayı (koklama), kendime kahve ısmarlamayı (tat alma) ve tanıdığım ve tanımadığım kadınlarla sevişmeyi, yahut uyumayı, oturmayı, gezete okumayı (dokunma) hayal ediyorum. Orada olduğuma yemin edecek derecede inanıyorum. Bir anda orası varsa 
oradayım, yoksa düşlediğime benzer bir yerdeyimdir. Bu sadece çıkıştır. Eğer astralde kordonunuzu esnettiyseniz (her çıkmayla yeteneğinize göre takriben 16 adım ve 3-5 km arası) dünyayı, yakın ve uzak gezegenleri ziyaret edebileceğiniz söyleniyor. Ben henüz dünyanın bir ucundan diğerine gidebilmiş değilim. Sanırım yirmi sene içinde epeyi yol alacağımı düşünüyorum. 

Sonuç alamasanız dahi düzenli bir şekilde hayal gücünüzü kullanarak bir yerlerde beş duyunuzla yaşayın. Mekan seçimlerinizde genel ruh halinizi ve kişisel önceliklerinizi hesaba katın.

---

Şaışrmanıza bir anlam veremedim. Benim çıkışla, çakralarla bir sorunum yok. Hiç olmadı. Egzersizlere başladıktan birkaç hafta sonra çıkmıştım. Şİmdi gözlerimi kapadıktan kısa süre sonra her an her yerde projeksiyon yapabiliyorum. Yalnız, her çıkışta kordon biraz daha esniyor. Tecrübe sayısı arttıkça katedebileceğimiz mesafe de artıyor. Şiz sanırım şurada bir akıl karışıklığı yaşıyorsunuz: 

Astral bedenimizde iken düşünce yoluyla seyahat edebiliyoruz. Meksikayı mı düşündük, Kübayı mı, Yeni Delhiyi mi, Pisa kulesini mi, anında orada orabiliyoruz. Benim derinleşmek istediğim, derinleşmesi yıllar alır dediğim mevzu be değil ki! Vardığım yerde gezip tozmak isterim ben. İzlemek, o saatte insanlar ne yapıyor, neler konuşuyorlar bilmek isterim. Bunun için kordonumuzun uzun olması lazım. 

Mesela siz çıktınız. Popüler bir isim arıyorum... Kandil Dağına gitmek istediniz. 
Daha önce buraya gitmişliğiniz yok elbette. Orayı istediğiniz an oradasınız. Ancak dağın diğer yüzünü, tepelerini, köy yollarını gezebilmek, müşahede edebilmek için kordon lazım. Dünyanın her yerine ışınlayabilirsiniz astral bedeninizi, ancak vardığınız yerde geziniz film izler gibi oraları izlemek niyetindeyseniz sık tecrübelerle kordonunuzu genişletmeniz gerek. 

Bu sebepledir ki, çoğu OBE (Out of body experience) yazarı bedeninizi terkettikten kısa süre sonra dönün derler. Çünkü dönüp çıkarak, tekrar tekrar uyanıp projekte olarak kordonunuz esneyecektir. 

İlk çıkan biri bile aklından geçirmesiyle dünyanın istediği ülkesini ziyaret edebilir, ancak kımıldayamaz, ışınlandığı yerden izlemek zorunda kalır. Astral bedenle çarşı pazar dolaşmak için tecrübe lazımdır. 

Yurtdışında yaşayan bir arkadaşım ilk projeksiyonunda pek heyecanlanmış. Uyuyan bedenini izlemiş, izlemiş, sonra bir de yan odada uyuyan karısına bakmayı denemeye kalkmış. Duvara doğru yaklaştığında aniden uyanmış. Ertesi gece sokağa kadar gidebiliyormuş. Şimdilerde onunla beraber bir oyun oynuyoruz. O Pariste, ben Çeşmedeyim. Fikstür olduğunda salı ve çarşamba geceleri aynı anda 21.45 te projeksiyon yapıp 
o gece için seçtiğimiz maçı ceza sahasının içinden seyrediyoruz. Dinlemesi size fantastik gelecektir. Zaten astral seyahatin bu hazları olmasa gayret etmeye değer miydi?

---

Siz bana Robert Bruce un makalelerini salık vermişsiniz. O makaleler astral seyahati kamuoyuna sunma amaçlıdır. Tanıtım ve özendirmedir. Yazarın Energy Work isimli bir kitabının özeti, suyunun suyu onlar. 

İngilizceniz varsa "astraldynamics" taraması yapıp yazarın asıl özgün dilindeki makalelerinden yararlanabilirsiniz. Sözünü ettiğim kitapta astral seyahatin zihin katmanlarının ayrıntılarını bulabilirsiniz. Bir yerinde şöyle diyor: (Türkçeye çevireyim) 

"...o inanılmaz ışık patlamalarının verdiği üepertici şaşkınlıktan kurtulduğumu sanmam ne aptallıklı! Şİmdi önümde dünya dillerinin hiçirisiyle betimleyemeyeceğim bir evren açılıyor. Kelimeler anlamsız kalıyor. His ve haz..." 

"...büyük bir kütüphaneydi burası. Yerlerdeki tozlar bulut gibi geliyor bakınca. 
Çok büyük, devasa! Raflarda kitaplar, alıyorum kalın bir tanesini, içindeki yazılar karınca pisliğini andırıyor. Ama her nasılsa okuduğumu anlıyorum ve kelimelerin işaret ettiği, kelimelerin altında kaynaşan manaya projeksiyon yapıyorum bir anda. Evet! Az önce kütüphanede olan ben, şimdi okuduğum bir sözcüğün işaret ettiği dünyadayım..." 

Arkadaşlar, bir kitabın on binlerce sözcükten oluştuğunu biliyoruz. Bu ne derinlik ve sonsuzluk! Astral projeksiyonda gezinti sadece bu dünyayı kapsamıyor. Zaten o hal ve haz genişliğini hissetiğiniz anda bu dünyayla ilgilenmek bile istemiyorsunuz. Çok başka, beş duyunun noksan kalacağı alemlerden bahsediyorum.

---

Ben de astral seyahat uzmanı değilim. Roman yazıyorum. Bir bölümünde astral seyahat hakkında çalışmam gerekti. KOnu hakkında epeyi incelemelerde bulundum. Sonra deneyeyim dedim ve bahsettiğim şekilde gelişti. Sanırım bu biraz kişisel, yani herkes fıtratı ölçüsünce projekte olabiliyor. Ben yukarıda anlattığım gibi kendimce bir yöntem buldum ve bunun üzerinde durarak derinleştim. Yoksa ne budayım, ne dervişim, ne de şuyum buyum.. Hayatımı belirleyen şey edebiyattır. Yazdığım konu gereği ilgi alanım olan olmayan her konuda ulaşabileceğim tüm kitapları hatmediyorum. 
Uluslarası konferanslara katılıyorum, yabancı ülkelerde yaşayan ve üniversitelerine devam eden arkadaşlarımdan ilgili konularda fasiküller ve tutanaklar rica ediyorum. Günümün (seyahatlerim olmazsa) 15saatini araştırarak ve yazarak geçiriyorum. Bunları yazmamın sebebi de bana soru yönelten insanların kiminle muhatap olduklarını bilmelerini istememdir. Astral seyahat hakkında yaklaşık sekiz bin sayfa tutarında teorik bilgi okumuşluğum var, yurtdışında belgesellerini izledim. Bu alanda uzmanlaşmış parapsikoloji kurumlarıyla iletişim kurdum. Kendim de önceki iletilerde yazdığım gibi bir yöntem keşfedip projeksiyon gerçekleştirdim ve haftanın belirli geceleri astral bedenimi tanımak için deneyler yapıyorum.

---

Eski zaman ve gelecek zamana ziyaretler tasavvufta asırlarca konu edilmiştir. Allahın dostlarına muhabbetiyle verdiği ilimlerle geçmişi, şimdiyi ve geleceği bir noktadan basiret gözüyle görebildiklerine inanılır. Allah dostları (evliya) birbirlerinin ryhaniyetinden feyz ve icazet (irşad vekaleti) alabiliyorlar. Bazı tarikatların tarih risalelerini edinip okursanız, kimi şehlerin kendisinden asırlar öncesinde yaşamış evliyadan rabbani ilimle icazet aldığını okursunuz. Parapsikolojide enerji kutupları nasıl çakralarsa, meditasyonda, reikide alındaki üçüncü gözden bahsediliyorsa, tasavvuf metinlerinde de insan kalbinin üzerinde (sol memenin iki parmak altına denk gelen) siyah bir noktadan bahsedilir. Bu noktadadır basiret. Duyuötesi algıları bu noktanın perdelenmesiyle kaybolduğunu öğreniriz. Zikirle bu perdeler kalkar.. Sonra ne bileyim nefis seviyeleri.. Uzun konu.. Nefsi yendikçe duyu ötesi algılar açılır insana, siyah nokta ilahi nurla parlatılır, cilalanır. Az yemek, az uyumak ve az konuşmak nefsi kırar ve evliyanın mertebesidir. Sözünü ettiğim risalelerde aylarca ağzına lokma koymayan, iki günde yarım saat bile uyumadan zikirle meşgul olan, zikirle rızıklanan insanlardan söz edilir. Allah da dünyadan yüz çevirip kendisine yönelen bu dostlarına ilahi sırlarını açar.. 

Virginia Üniversitesinde Ortadoğu Tasavvufu üzerine dersler veren bir eğitimci Bill Wulf (halen bu üniversitededir) tasavvufun bu üç kısıtlamasını yaparak iki senesini geçirdiğini ileri sürmüştür. Karısıyla iki sene ilişkiye girmemiş, derslerine devam etmemiş, ırmak kenarındaki villasının tavan arasında halvete girmiş. Ancak zikirle meşgul olmamış. Sadece iç sesini dinlemiş, dünya kelimesi konuşmamış. Şu an insanların akıllarından geçenlere manevi keşif yoluyla vakıf oluyor. Youtube da bir dersinin kısa videosu vardı, silmişler. 

Astral seyahat duyuötesi evrenin çok çok minik bir alanı, nokta kadarcık bir işlevi sadece.. Herkese tavsiyem, ilk çıkışlarını kafalarınıza takmak yerine madde ötesinin her dalıyla alakalı olmanız ve çapraz öğrenme (zıt karnaklar, birbirini yadsıyan incelemeler) yapmanız. Bir gün bir şekilde arayışlarınız ve ısrarlarınız sonucunda bir kapı açılır. O kapıdan giremezseniz bile en azından başınızı uzatıp içeride neler olduğuna bakabilirsiniz. 
Bana özel mesaj atıp tanışmak isteyen arkadaşlara ilgilerinden dolayı teşekkür ederim. Ancak sözlümle tokalaşacak vakit bulamıyorum. Ortalama on beş saatimi çalışmaya ayırıyorum. Yurtiçi ve yurtdışı gezilerim oluyor. Keşke vaktim olsa, siz hiç soru sormasanız onlarca sayfa astral seyahat hakkında yazsam, yazsam.. Sonu yok, sonu..

Lusid Deneyimim

selam!Dün gece çok güzel bir lusid rüya deneyimi geçirdim.Gece 5.00'da çalar saat çaldı ve ders yapmak için kalktım.Uykum açılsın diye yaklaşık yarım saat televizyon izledim.6'ya kadar ders çalıştım sonra tekrar yattım.Lusid için hiç bir özel çaba göstermedim hatta aklımda bile yoktu.Uykuya dalmadan önce hatırladığım son şey yorulan ve uykusu olan bedenim değil aklım dedim.Bu fikirde çok hoşuma gitmişti.Sonra uykuya daldım. 
Rüyamda bir evdeydim ve aslında benim odama pek benzemeyen bir odadaydım.(sonradan bu evin amcamın evi olduğunu anladım)Görüntüler biraz karışıktı odada birkaç kişi daha vardı ben ayakta duruyordum.Sonra ne olduysa yatağın altından çıkan kafayı görünce oldu.Evet yatağın altından birisi kafasını uzattı.Adamın yüzüne şöyle bir baktım baktım sonra onu tanıdığımı anladım.O kişi benim eski okulumdan bir arkadaşımdı(adı Semih) sonra düşündüm bu nasıl olabilir diye.Çünkü biz taşınmıştık ve Semih benim odamda olamazdı artık geride kalmıştı.Sonra kafama dank etti. 
-Rüyadayımmmm!! diye sevinç içinde bağırdım.Çok güzel bir andı o andaki duygularımı yazmam pek kolay değil.Bilincim gerçekten yerindeydi.Ama şöyle diyeyim tam olarak fiziksel dünyadaki gibi bir bilinç değil yani insan gidipte matematik sorusu çözmek istemiyor bilinci yerine geldiğinde herşey toz pembe geliyor.Şöyle bir yürüdüm.(bilerek)Kendimi inceledim lusid rüyadayım görünmez miyim yada nasıl görünüyorum diye aynaya bakmak istedim koridorda bir tane ayna gördüm.Gittim baktım.Kendimi gördüm!Ama kendimi pek beğenmedim yüzüm ıslak gibiydi sanki terlemiş yada yağlanmış gibi.Ağzımın kenarında ise sarı bişey vardı sümük gibi.İki kere baktım kendime aynada.Çırılçıplak soyundum.(tamamen isteyerek) üzerimde sadece atletim vardı.Koridorda ilerledim ilerde odada amcamı gördüm ama nedense içime korku düştü beni çıplak görmesini istemedim.Odama geri döndüm.Yatağa oturdum.Nasıl bilmiyorum ama uyanacağımı anladım bunun yakında biteceğini biliyordum.Bacaklarıma baktım.Dokundum.Elime kötü bir his geldi değiştirmek istedim istediğim dokunma duyusunu hayal edemedim. 
Sonra gözümü sabah açtım.Çok mutluydum.Harika bir deneyimdi benim için.Herşeyden önce rüya olduğunuzu anladığınızda içinize bir heyecan doluyor.Umarım başınıza gelir! 
Herhangi özel bir çalışmada bulunmadım sadece ara sıra yaptığım enerjimi kontrol etmek amaçlı meditasyon yapıyordum birde nefes çalışmalarım vardı.Kenidiliğinden oldu.

3 Astral Deneyimim

Selam!
Arkadaşlar bir süre yoktum o zamanda astral seyahate çıkmayı başardım.Size elimden geldiğince nasıl yaptığımı ve neler olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Astral seyahate çıkabilmek için öncelikle vücudunuzdaki enerji dengesini sağlamış olmanız gerekiyor.Vücudumuzda meridyen adı verilen enerji kanalları bulunur.Pek çok değerli bilgi gibi bu bilgi de unutulmuş bir şekilde yeniden keşfedilmeyi bekliyordu.Meridyen kavramı ilk olarak Çinde yeniden bulundu.İbn-i Sina kitabında bu kanallardan bahsetti.Artık bu bilgi günümüzde akupunktur tedavisinde kullanılıyor.Meridyenleri açarsanız vücudunuzdaki blokajları, enerji akışının engellendiği bölümleri düzeltebilirseniz fiziksel bir rahatlama yaşarsınız.Huzur duyarsınız.Vücudun enerji dengesi, meridyen, chi enerjisi, solar,lunar prana bunlar hep içiçe şeyler.Ve hastalıklar bu enerji döngüsündeki bir blokajdan kaynaklanır.Tesadüf diyebilirsiniz birşey söyleyemem ama vücuttaki enerji akışını yeniden sağladığımdan beri HİÇ hasta olmadım yaklaşık 6 aydan bu güne kadar...
Peki enerji dengesini nasıl sağlayabiliriz?Sadece meditasyon yaparak.Hasta olmamak ferah bir şekilde yaşamak hiç de zor değil.Sadece basit bir düşünceyle maddeye hükmedebilirsiniz.Önce kendinize güzel kaliteli uydurma olmayan bir meditasyon seçin.Araştırın okuyun bir yerlerden karşınıza çıkacaktır.Benim uyguladığım Falun Dafa adlı bir meditasyon.5 tane basit egzersizi var.

Enerjimizi yeniden dingin bir hale sokana kadar birazcık meditasyon yapmalıyız.İki gün beş gün 1 hafta artık nasıl hissederseniz...
Yatağa yattığımızda hayal kurabilecek kadar zinde bir zihin bize yeter.Ter içinde stresli yorgun mutsuz bir durumdaysak bırakalım bir sonraki gün deneriz.
Yatmadan önce saatimizi sabahın körüne ayarlıyoruz.Uykumuzu en güzel yerinde mahfedeceğiz.4 yada 5 iyi.Derin nefesler alıp verin yavaş yavaş ciğerleriniz hava dolup insin.Dingin bir haldeyiz.Kendimize telkin vermeye başlıyoruz.Diyoruz ki ben astral seyahate çıktım.Bunu tekrar ediyoruz kararlı bir şekilde mantık yürütmeden düşünmeden sadece kararlı bir şekilde söylüyoruz.Kendi kendimize hayal kuruyoruz.Bir mekan seçin.Ben kendimi apartmanın önünde havada uçarken hayal ettim.Güzelce hayal edin.Biraz da hareket katın hayalinize ki sizi alıp götürsün.5 duyunuza yer vermeye çalışın.Rüzgarın kulağınızdaki uğultusu.Dalgalanan kıyafetinizin kıpırtısı, yüzünüzdeki rüzgarın verdiği serinlik hissi...Size kalmış.Arada bir kendinizi hayalinizden aldıkça telkinimizi devam ettiriyoruz.Eğer başınızı geriye doğru atıp kaşlarınızın orta yerine bakarak hayal kurmaya çalışırsanız belki daha başarılı olabilirsiniz.Ne oldu?Hala yatakta yatıyoruz astral seyahate çıkamadık değil mi?.Devam edin.Bir süre sonra ya bıkarsınız yada uykuya dalarsınız.Tik tak tik tak.....Saat çalıyor saat sabahin 5'i daha güneş doğmamış ev soğuk kaloriferler yanmıyor.Kalkın bir su için tuvalete gidin belki biraz televizyon izleyin sonra yeniden yatın.Önceki gece yatmadan yaptıklarınızı tekrarlayın.Telkin verin ve hayal kurun.Olacaksa ya şimdi yada uykuya daldığınızda olacak astral seyahat.
Olmadı mı?Meditasyona devam.Hayata pozitif bakın huzurlu olun.Her sabah 5 'te kalkmayabilirsiniz arada birkaç gün ara verin.Zamanı gelince olacaktır.Benim bu şekilde 3 defa oldu.
3'ünde de hayal ettiğim gibi odamdan uçarak dışarı çıktım ve üçünde de etrafta dolaşırken neredeyse yere hiç ayak basmadım hep havadaydım.Astral seyahate çıktıkça nasıl hareket edeceğinizi daha iyi anlıyorsunuz.Tamamen zihin kontrolü ile.Hızlandığınızı düşündüğünüzde hızlanırsınız uçmak istediğinizde uçarsınız.İlk deneyimimde sarhoş gibiydim.Uçuyordum ama havada asılı kalıyordum yavaş yavaş nasıl ilerleyeceğimi keşfettim.İlk deneyimimde suya doğru çivileme daldım biraz tökezledim panik yaptım gözünü yatakta açtım.Bu arada astral seyahatte duvarların içinden geçebiliyorsunuz uçmaya çalışırken apartmanın çatısına doğru girmiştim ama içinden geçtim.
İkincisi çok daha iyiydi.Aynı şekilde yataktan yükseldim yatağı gördüm battaniye benden uzaklaşıyordu.Odanın penceresinden çıktım.Normalde gece olmasına rağmen astral ortamda şehir gündüzdü.Aşağıya baktım bakkal dükkana mal koyuyordu.Havada ilerlemeye başladım.Çarşı gibi bir yere geldim bir sürü insan vardı.Yere inmiştim.Aralarından geçtim.İki tane kız gördüm.Arkadaştılar yanyana yürüyorlardı.Kontsatrasyonumu bozdular.O kızlar yüzünden vücuduma geri döndüm.Gözlerimi yatakta hafifçe araladım tekrar kapattım ve 3. deneyimim daha 1 dakika bile geçmeden başladı.Peşpeşe 2 astral seyahat gerçekleştirdim.Herşey aynıydı.Yeniden yataktan yükseldim hala gündüzdü.Son deneyimim oldukça uzun sürdü ilerleme ve hareket etmeyi öğrenmiştim.Şehri bayağı bir dolaştım.Bir yere geldim bir otelin restoranı gibi ortada bir göl vardı.Suyun üstünden yürüyerek geçmeyi düşündüm vazgeçtim.Onun yerine uçarak geçtim.Bu sitede okumuştum astral seyahatte su olumsuz etki yapıyormuş en azından acemi olanlar için.Nasıl bilmiyorum o bilgi geldi aklıma kondu.Zaten ilk deneyimde de suya hızla dalınca aklıma aynı bilgi gelmişti.Panik yapmamın sebebi biraz da oydu.Tüm bunlar olurken hep mutluydum.Pek çok yer gezdim hatta sokakları gecekondu tipi evlerin arasından bile geçtim.Sabah kalktığımda yorgundum uykum vardı ama çok mutluydum.Aynı gece 2 kere doyurucu astral deneyimimim olmuştu.Gel gör ki bunu sizden başka kimseye anlatamadım çünkü kimse astral seyahat nedir bilmiyordu...

Az kalsın...

Dün inanılmazdı çok çok yaklaştım. 

Uyguladığım teknik şuydu.Yatağa sırt üstü yattım. 
Rahatladım.Çok çok az nefes aldım gerçekten.Azıcık nefes aldım üfleme gibi içimde bir süre tuttum ve o azıcık aldığım nefesi yavaşça verdim.Amaç en az nefesle hayatta kalmaktı.Çünkü astral seyahat yarı ölü bir durumdur.Vücudumu ve kendimi buna göre hazırlamanın iyi olduğunu düşündüm.Az nefes aldım çok hafif neredeyse duyulmaz.Yavaş aldım.Aldığım nefesi tuttum sonra yavaşça verdim.Vücudum bu kadar az havasızlığa tepki vermedi belki ihtiyacı olmadığındandır çünkü iç organlar hariç hiç enerji tüketecek birşey yapmıyordum.Nefesimi almaya devam ettim.Tüm bunları yaparken gözlerini gözkapaklarımın altında yukarıya kaldırdım alnıma iki kaşımın arasına doğru bakmaya çalıştım.Orada saat yönünde dönen bir enerji bölgesi hayal ettim.Bazen hayal etmeme gerek kalmadı gözlerimin önüne siyahlığın ortasında beliriverdi birşeyler ona odaklandım. 
Vücudumu unuttum bilincimi alnımdaki bu noktaya odakladım.Dalıp gittim. 

Kulaklarıma ses geliyordu.Deniz dalgası gibi aslında bu ses.Ben ne zaman nefes teknikleriyle rahatlamaya başlasam duyarım hep.Özellikle sol kulağımda dalga sesi oldu. 
Böyle devam ettim.Kontsatrasyonumu yitirdiğim zamanlar oldu yeniden denedim.En sonunda daldım uyumak gibiydi.Hiç duymadığım bir sesle gözlerim birden faltaşı gibi açıldı.Ayı hırlamasının kısa ve daha yırtıcı olduğunu düşünün.Aslan sesi gibi ama biraz daha çatlak.Sanki kulağımın içindeydi.Ses yüksekti.Duyar duymaz beni bütün elde ettiğim bilinç seviyesinden aldı.Başımı kaldırdım."Hiiiiiiiiiiiiiiiii!Noluyo lan!" diye kalktım.Gerçekten korktum. 

Bu akşam bi daha deneyeceğim.

Nefesle Astral Projeksiyon

İslam tasavvufunda tayyi_mekan denilen mekan değiştirmek anlamında kullanılan, fizik vücudun hareketsiz kaldığı bir durumda bilincin başka zaman ve mekan ortamlarında bulunabilme becerisine verilen tanımdır.Bilinci fizik beden dışına taşıyabilme kabiliyeti oluşturma aşamasında, nefes teknikleri önemli yer tutar.Fizik bedenden ayrılma çalışmaları için iki farklı nefes çalışması oluşturulmuştur.

İlk aşama, bu aşamayı gerçekleştirmek isteyen öğrencinin doğru nefes tekniklerini öğrenmesidir.İkinci aşama belli bir seviyeye gelen öğrencinin daha yoğunlaşabilmesi için oluşturulmuş teknikleri içerir.Doğru nefes alma tekniklerini bir kez daha gözden geçirmek gerekirse;

Omurganız dik çakralarınız hizalanmış olarak ayakta durabilir veya oturabilirsiniz.Burnunuzda, diyaframınızı kullanarak belli ritimlerle, sakin ve sessiz, duraksamadan nefes alıp verebilmeli, göğsünüzün şişmemesine yukarı çıkmamasına dikkat ederek havayı ciğerlerinizin alt bölgesine almayı sağlamalısınız.Nefesinizle diyafram bölgesine aldığınız nefesinizi bir süre tutabilmeli ve titremeden kesiklik oluşturmadan belli bir zaman periyodunda burnunuzdan verme kabiliyeti kazanmalısınız.

Topuklarınızı birleştirerek ayakta durun ve belli bir ritimle periyodik nefesler almaya başlayın.Diyaframa aldığınız her nefesle ayak parmak uçlarınızda yükselin.

Nefesinizi tuttuğunuz süre içinde ayak parmak uçları üzerinde kalmaya devam edin.Nefesinizi verirken ayak parmak uçlarından ayak tabanınıza alçalın.Omurganız dik olmak şartıyla ayakta durabilir, oturabilir veya uzanabilirsiniz.

Sessiz, sakin ve düzenli periyotlarla nefes almaya başlayın.Zorlamadığınız ve rahatsız olmadığınız zamanlamalarla nefesi içinizde tutun.Her seferinde kısa ve sert nefesler vererek içinizdeki nefesin tamamını dışarı verin.

Gevşemiş bir halde sırt üstü yatın.Nefes alışverişinizle düzgün bir ritim oluşturmaya çalışın.Nefesle ciğerlerinize hava alırken enerjinizin omurilik boyunca yükselmesini, cinsel organlarınızdan, mide ve kalbinizin üzerinden başınıza kadar yükseldiğini hissedin.Nefesinizi verirken tüm havanın boşalmasını temin edin.Bu aşamalardan sonra astral projeksiyona hazırlayıcı çapraz nefes tekniklerini uygulamaya sıra gelir.Basit gibi görünen bu egzersizin kundaliniyi uyandıran ve özel anlarda levitasyona götürebilen sonuçları olabilir.Ve bu egzersizleri uygulamak özel bir ustalık isteyebilir.

Sadece sağ burun deliğinizden nefes alabilmek için parmağınızla sol burun deliğinizi kapatarak nefes alın.Ciğerlerinizin tamamı doluncaya kadar nefes alın.Dayanabileceğiniz bir süre kadar nefesinizi tutun.Sağ burun deliğini kapatarak sol burun deliğinizden nefesinizin tamamını verin.Bu defa sağ burun deliğiniz tıkalı olarak sol burun deliğinizden nefes alın.Aynı işleme devam edin.Çalışmaya yirmi çapraz nefesle başlamak ve günde 3 kere tekrarlamak yeterli olabilir.Daha sonra nefes tutma zamanını ve nefes sayısını çoğaltaibilirsiniz.

1.nefes tekniği:
Rahat bir kıyafet giyin, sizi fiziksel ve zihinsel olarak rahatsız eden birşey varsa önce onu halledin.Rahat edebileceğiniz yatak veya yere uzanın.(sırtınız yere paralel olacak şekilde) 34 defa derin diyafram nefesi alın. (nefesinizi karın bölgesine alıp bırakın, göğsünüzü şişirmeyin) Tüm nefesinizi boşaltın içinizden birden dörde kadar sayın.

Nefes alırken birden dörde kadar sayın.
Nefesinizi tutun, birden dörde kadar sayın.
Nefesinizi bırakırken birden dörde kadar sayın
Nefesinizin düzene girmesini bekleyin.

2.nefes tekniği:
Burnunuza dikkatinizi yoğunlaştırın.Burnunuzun uçundaki nefes öncesi soğukluğun ve nefes verdikten sonraki oluşan sıcaklığın farkına varın.İçinizden ilk nefes alıp verdiğinizde bir, ikinci nefes alıp verdiğinizde iki diyerek nefesleri saymaya başlayın.Ona kadar sayın ve sonra tekrar ona kadar sayarak nefes almaya devam edin.Şaşırdığınızda aklınız karıştığında hep birden yeniden başlayın.Bu şekilde aklınızdaki tüm düşünceleri atıp sadece burnunuzun ucunda ki sıcak soğuk hava değişimini hissedin.

Bir süre sonra her tarafınızın uyuştuğunu ve isteseniz de kolayca hareket edemeyeceğinizi göreceksiniz.Çalışmaya sadece nefesinizin sesi kalana dek devam edin.Artık astral çıkışı gerçekleştirmek için hazırsınız.

Nefes Teknikleri-Mustafa Kartal

Reenkarnasyon ve Karma

Sonsuz olan bir oyun yaratır ve kendini sonsuz parçaya bölerek oyunun içine girer. Oyunun amacı 'sonluluğu' deneyimlemektir. 
Sonsuz herşeyi kapsadığından ve dolayısıyla bildiğinden "herşeyi bilmemenin ne demek olduğunu" bilmiyordur.

Belki daha önce herşeyi bildiği oyunları oynamayı da denemiştir ama öylesi hiç zevkli olmaz, çünkü oyunun,bulmacanın ne olduğu belliyken olayları, durumları 'gerçekmiş' gibi yaşayıp tat alması imkansızdır.Böylece sonsuz; sonlu olmayı seçer.Ama bu durum görünüşte geçicidir.Oyun, sonlu gözükenin kendi sonsuzluğunu keşfetmesi/farketmesi oyunudur. 

Sonsuz, oyuna kendisini bilerek, sonsuz olduğunu bilerek başladığında oyunun hiçbir anlamı,tadı, zevki kalmamaktadır. "Sonsuz, yani 'kusursuz dengede olan' nasıl olur da dengeyi bozup ,birşey isteyip, bir oyuna ihtiyaç duyup'' bir oyun başlatabilir, ya da neden başlatır? konusunda ayrıca tartışmak gereken bazı noktalar var, şimdi ona girersem konu iyice çapraşıklaşacak onun için şu anda buna girmiyorum. Esas bu nokta gerçekten de olayın en zor kısmı. Bunu daha sonra ele alacağım, ama buna doyurucu bir cevap vermek çok da kolay değil, sadece birkaç düşünce ileri sürülebilir ki, zaten burada söylediklerim de sonuçta birer düşünceden fazlası değildir. Sadece 'herşey'i açıklamak üzere en bütünlüklü kurguyu kurma girişimi'dir bu basitçe.

Çünkü sonsuz olduğunu bilen, bu sonsuzluğun keşfi oyununu,bulmacasını başka türlü çözememektedir. Kendisini bilerek başlarsa çözüm ortada olur çünkü. Kendi sonsuzluğunu açıkça gören bu oyunu nasıl oynasın? Bulmacayı farklı çözme ihtimali yok, hata yapma olasılığı yok; çünkü çözüm ortada olur o zaman. Bu yüzden çözümü bildiğiniz bir soruyu, bulmacayı farklı çözme şansınız,olasılığınız, hakkınız yoktur.Böylece, bir miktar da olsa kendisini, kendi sonsuzluğunu bilmeden bu oyuna başlaması gerektiği açıktır.

Peki ne kadar bilmemelidir? Yarı yarıya mı?Kendisini ne kadar az bilerek başlarsa oyun o kadar zevkli, anlamlı olacaktır.Ve kendisini ne oranda çok hatırlayarak başlarsa, o oranda oyundaki sonlu görünümlerinin özgürlüklerini (aslında bulmacayı farklı değerlendirme, hata yapma özgürlüklerini) ellerinden aldığının da farkındadır.

Aslında komik bir çelişki ki, oyundaki, bulmacadakilerin tek özgürlüğü aslında hata yapma, yanlış anlama özgürlükleridir. Çünkü ne derece oyunu yanlış anlayarak oyuna başlarlarsa oyun o derece zevkli olmaktadır.

İşte bu sebeple sonsuz oyuna hiçbir şey bilmeden, sıfırdan başlamayı seçer.
Kendisini sonsuza bölüp, sonlu olarak (esasen sonlu görünümünde demek daha doğru) ve sıfır bilinçle (hiçbirşey bilmeden) oyunun içine girer. Esasen bir oyun yaratmanın ve onun içine girmenin tek yolu da budur: "varlığa bürünmek yani sonluya dönüşmek" (ama dediğim gibi bu sonluluk sadece görünüştedir yani oyunda)

İşte ancak bundan sonradır ki; reenkarnasyon, varlık seviyeleri ve karma anlam taşır. Yani bu kavramlar az önce anlattıklarımdan daha sonra gelen (ikincil) kavramlardır.Sonsuz bulmacayı ışıktan yaratmaya karar verir.
Tüm madde/enerjiyi ışıktan yaratır. Ve bir bütünlük olduğu için, parçaları kendisine denktir ve tüm varolanı, olmayanı hem içten hem de dıştan kuşatır durumdadır. Böylece en küçük parçada da (foton), en büyük parçada da (evren-makrokozmos) bütünüyle vardır. 
Bu sayede oyunun bir gün (bu süreç gene de bir sonsuzluk içerir) biteceğine emindir, bu yüzden kendi görünümlerine sınırsız özgürlük vermekten kaçınmaz (ki bu aslında sınırsız hata yapma,yanlış anlama özgürlüğüdür sadece).

Oyunun yeterince detaylı, kapsamlı ve zevkli olması için bir varlık seviyeleri sistemi düzenler. Aslında bu sistem ışığın 7 kısımlı doğasında vardır. Yani bu 7 katlı kuantumsal yapı hem varlık/biçim/form seviyelerinde, hem bilinç seviyelerinde, hem maddenin yapısında, hem de enerjinin yapısında vardır (bilim şimdilik enerji paketlerinin kuantumsal yapısını keşfetmiş durumda). 

Aslında varolmak, sonsuzdan, birlikten sapmak demektir.Varoluşun tümü bir sapmadır. Bu varolma sapmasını oyunu yaratmak için kullanır sonsuz. Özgür irade de bir sapmadır.Özgür irade bir yanlış anlamadır. Kusursuz dengede olan sapma taşımaz.Bunların hepsi 'oyun için' düzenlenmiş ve 'sadece oyun içinde var ve anlamlı olan' şeylerdir.

Sonsuz kendi iradesini sonsuz parçaya bölüp 'sonlu olarak' oyunun içine girer.
Yani oyunun içindeki de gene kendisidir.

Sonsuz oyundaki özgürlüğü, anlamı, tadı koruyabilmek için oyuna asla müdahale etmemesi gerektiğini bilmektedir.Böylece foton, atom vs'den başlayan bir varlık dizisi içerisinde cansız, bilinçsiz dediklerimizi, bitkileri ve hayvanları deneyimler. Sonra da insanları. 

Sonsuz, sonlu olarak hangi varlık formunun içerisine girerse o formun bilinç ve eylem imkanları ile sınırlanmaktadır. Yani bitki iken bitki kadar anlayabilir, eylem de bulunabilir, hayvan iken ancak hayvan kadar. (Bu formlar ve onların bilinç, eylem imkanları oyun başlamadan önce sonsuz tarafından belirlenmiştir.) 
Öldükten sonra da varlık bedensiz kalmaz. Sadece aktif beden değişir. Yani o zaman da o formun imkanları ile sınırlıdır. Yani ölünce bulmacayı çözmüş olmaz. Ama öteki taraftan (öldükten sonraki gittiği yerden) bakarken oyunu bilmektedir ve neden bu tarafa geldiğini de bilmektedir 

Tüm bu sistemin, oyunun işlemesi için en uygun yapı olarak da reenkarnasyon sistemi uygun görülmüş. Foton,atom, bitki, hayvan, insan ve ötesi için, en küçükten en büyüğe kadar tüm formları birleştiren ve hiçbirine haksızlık, dengesizlik yapmayan tek yapı bu. Sonsuz kusursuz dengede olduğu için oyun da dengededir. Oyunun elemanlarından biri olan bir taş'ın haksız bir belirlemeyle 'baştan' taş olarak yaratılması, sizin ise oyunun diğer bir elemanı olarak kafadan insan olarak yaratılmış olmanız; oyunu düzeltilmesi imkansız derecede dengesizleştirmiş, adaletsizleştirmiş olurdu.

Şimdi; varlıklar sıfırdan başlar ve kendilerini ayrı, ayrık varlıklar olarak görürler. Öyle zannederler.Kendilerinin farkına varmaya başladıkları andan itibaren varlık kendisini beden olarak algılamaya başlar.
İnsan için örneğin; ruh (ya da daha doğru deyimle akıl,beden, ruh bileşimi demek gerek, çünkü ruh bedensizken de farklı bir düzeyde bir bedene, forma ve akla, bilince sahiptir) bir erkek ve dişinin birleşmesiyle genetik olarak sağlanan bedenin içine doğum öncesi girer (içinde midir sorusu biraz karışık, içinde veya değil ama bir şekilde bağlantı kurar) 

Ruh bedene bağlanınca artık o bağlandığı formun bilinç ve eylem olanakları ile sınırlanır. Kendini, neden oraya geldiğini, geçmiş hayatlarını hatırlayamaz. 
Çünkü insan formuna bu özellikler sağlanmamıştır. Örneğin hayvan formu geçmiş yaşamlarını hatırlayabilir, insanın normalde göremediği aura, enerji alanlarını görebilir. Ama 'benlik bilinci' ve soyut düşünme yeteneği pek olmadığı için oyunu çözebilecek durumda, kapasitede değildir. Bu yüzden bu formun bu tip imkanları barındırmasında sakınca görülmemiştir. 

İnsan 'kendini bilme' potansiyeline sahip bir formdur. Bu yüzden bu forma da aynı özellikler, imkanlar verilseydi oyun gene bir anda anlamını yitirirdi. Bu yüzden verilmemiştir.

İşte bu noktadan sonra bebek etrafına bakar, dokunur, şunu bunu yapar. 
Ve her yaptığı şey, aslında kendisine bir 'beden' olduğunu hatırlatmaktadır. 
Bir beden değil (ikinci derece bir akıl, beden değil) ruh (üçüncü derece bir akıl,beden, ruh bileşimi olduğunu) olduğunu doğrudan anlamasını sağlayacak hiçbir aktivitesi yoktur. 

Böylece kendisinin 'göründüğü kadar' olduğunu düşünmesi, o bebek haliyle çok normaldir.Bebek doğduğunda, baştan beyinde nöronların da hiçbir bağlantısı yoktur ve zamanla kurulur. Nöronlar arası bağlantılar kuruldukça insanın (mevcut insan formunun) bilişsel yetenekleri de gelişir.Böylece bebek kendini bir beden sanarak zaman içinde büyür. Beden sınırlı,parçalı, ayrık bir yapıdır.


Bu yüzden diğer varlıkların aslında 'bir şekilde' gene kendisi olduklarını anlayamaz (hepsinin içindeki aslında aynı sonsuzdur) Başkalarını düşünme, başkaları açısından düşünme yeteneği ilk gelişen yetenek değildir. (Çoğumuzda sonradan da pek gelişmiyor ya)Bu yüzden kendini düşünür, kollar ve bencillik yaparken aslında kendisinin 'diğer benliklerine' zarar verdiğinin de farkında değildir. 

Böylece başkasına zarar verdiğinin farkında olarak ama onun gene 'kendisi' olduğunun farkında olmayarak karma yüklenir. Başkasına zarar verdiğinin farkında olmasa da karma yüklenir, çünkü bu iş otomatiktir, tıpkı fizik kanunları gibi. Siz bir taşı, ayağınızın üzerine düşüp canınızı yakacağınızı bilmeden bıraksanız da, taş düşer. Sobaya dokununca yanacağınızı bilmeseniz de soba yakar. 

Karma da bunun gibidir. Yani bilmiyor olduklarınızdan da sorumlusunuz.
(Karma diye bir şeyin olduğunu, "Ne ekerse onu biçeceğini" de bilmez baştan insan, ama gene de sorumludur) 

Neden böyledir? 
Çünkü oyun budur, varlıklar böyle öğrenir; herşeyi bilir düzeyde bir oyun oynayamazsınız, çünkü o zaman ne hata yapma özgürlüğünüz kalır, ne de oyunun zevki, ne de oyun. 

Tabii bunun başka sebepleri de var. Sonsuz kusursuz dengede olduğu için varlıkları (kendi sonlu görünümlerini) yargılayamaz, cezalandıramaz, 
iyi ve kötünün bir anlamı yoktur o sonsuz birlik, bütünlük seviyesinde 
(sonsuz için hangi şey iyi veya kötü olabilir, ikisi de kendindedir/değildir ve kendisi 'varlık' bile değildir ki iyi ve kötü belirebilsin. Ancak oyunun içinde ve yönlenmiş olan, sonlu olan, varlık olan için tanımlı, anlamlıdır bunlar) iyi ve kötüyü belirlemez varlıklar adına. 

Onun yerine çok daha sade bir kural koyar: "Ne ekerseniz onu biçeceksiniz". 
Yani, 'ben' ekip biçtiğinize iyi,kötü, doğru, yanlış demem; siz yaptığınız etkiler size geri dönünce kendiniz anlayın, karar verin iyi miymiş kötü müymüş, doğru muymuş yanlış mıymış, demiş olur böylece. 

Bu yüzden tıpkı fizik kuralları gibi işleyen, ama fizik (madde/eylem) düzleme, uzaya göre yönetici konumda olan bilinç (duygu/düşünce) düzleminde, uzayında işleyen kurallar koymuştur. 

Bunlar otomatik işlerler ve her durumda dengeyi kurarlar. Ben bu kuralların tümünü bilmesem de sonunda dengeyi kuracaklarını bilirim, çünkü fizik yasaları da bilinç yasaları da aslında 'aynı yasanın' farklı düzlemlerdeki izdüşümleridir. (Sonsuz, hologramik şekilde kendini tekrar ettiğinden "yukarıdaki aşağıdaki gibidir". Aşağı ve yukarı tümüyle birbirine benzemez ama aşağıya bakarak yukarıyı ve yukarıya bakarak da aşağıyı tahminleyebilirsiniz) Burada da karma için örneğin; kasıtlı olarak zarar verenle, kasıtsız olarak zarar veren için aynı karma oluşmayabilir; kasıtsız olanda daha az ya da kasıtsız, rasgele bir şekilde vuku bulacak olan bir karma sözkonusu olabilir. 


Çünkü, kasıt, niyet bilinç uzayının bir elemanıdır ve madem ki kurallar bu bilinç uzayında gerçekleşiyor, tıpkı affetmenin karmayı durdurması gibi, bunun da etkili olması sözkonusu olabilir.

Bir de şu daha aşağı forma dönmeme olayına açıklık kazandırayım. Öncelikle oyunun amacına (kendi sonsuzluğunun keşfi) götüren yol, bilinçte/formlarda ilerlemeyi gerektirir. Bilinç o formun amacını, hedefini gerçekledikçe; oyun, bir sonraki daha fazla özgürlük, daha fazla bilinç, eylem kapasitesi sağlayan forma geçişe izin verir. 

Örneğin şu an 3. yoğunluk derecesinde insan formunda bulunuyoruz. Bu formun bir sonrakine geçebilmesi için keşfetmesi gereken şey 'koşulsuz sevgi'dir. Bu sevgiyi görmek ve diğer herşeyden daha önemli olduğunun farkına varmaktır amaç. "Yaşanan an sevgi taşır, bu devrenin amacı, bu sevgiyi bilinçli olarak görmek ve sapmaların farkına varmaktır". 

İçinde bulunduğumuz 3. derece dünyası bir "Güç" dünyasıdır. Herkes güce sahip olmak, yönetmek, başkaları üstünde kontrole sahip olmak ister. Güce karşı güç edimlerini heryerde görebilirsiniz. Şu anki, insan formunun döneminin karakteristiği budur. Herşey sizi çatışmaya ve bölünmeye iter. Saldırı karşı atakla şiddetlenir, nefret nefretle beslenir ve böylece sönümlenemez. 
İşte bu yüzden bu dünyada sevgiyi bulmak çok zordur ama ödülü de çok büyüktür (ödül bir sonraki forma geçmek, 4. dereceye). 

Bunu yapabilmek için sevgiyi yücelten, nefreti sönümleyen edimlerde bulunmak, olumlu düşünmek, güç hırsına kapılmamak, gücü sadece savunma ve korunma amaçlı kullanmak, başkalarının özgürlüklerini çiğnememeye maksimum ölçüde dikkat etmek(ki bu özgürlük 'bilmek, anlamak istememe' şeklinde de olabilir. Bu durumda o kişinin 'bilmeme, anlamama özgürlüğüne' karşı gelmeyip, o kişiye o konuyu anlatmayı bırakmak uygun düşer. Tıpkı sonsuzun bize bilmeme, anlamama, hata yapma özgürlüğü vermesi gibi,biz de bu hakkı başkalarına tanıyabilmeliyiz), şiddete şiddetle karşılık vermemek gibi özellikleri kazanmak gerekir.

Diğer yandan varlık, her dereceyi bitirdiğinde zaten o dereceye ilişkin karmalarını temizleyecek bilinç, eylem seviyelerine gelmişlerdir. Yani hem karmalarının sonuçlarını deneyimlemişler hem de anlayış,bilinç kazanmışlardır. Ve bu sayede bir sonraki forma ve onun bilinç, eylem olanaklarına geçmeye hak kazanırlar. 

Yani bir önceki varlık formlarına ilişkin hesap tamamdır, alacağı vereceği yoktur. (Birinin insanken hayvan olmasını sağlamadınız ki, böyle ağır ve saçma bir karma yüklenesiniz) 

Yani her yeni varlık formuna ilişkin derece 'kendi içinde' değerlendirilir. Ama bu ekilenlerin biçilmeyeceği anlamına gelmiyor. Eğer siz bu düzeydeki bir varlığın yarattığı etkileri onu daha aşağı başka bir düzeye indirerek dengelemeye çalışsaydınız, işte asıl o zaman dengesiz bir durum olurdu.

Ayrıca insan formunun bilinç, eylem olanaklarını deneyimlemiş bir bilinci siz böcek veya bitki formuna getirerek 'cezalandıramazsınız'. Çünkü bilinç, bitki veya böcek formu içine girdiği anda o formun bilinç, lem olanakları ile sınırlanır 
ve 'böcek veya bitki bilinci' de, daha önceki insan yaşamındaki insan formunun bilinç olanaklarına sahip olmadığından onun için hiçbir şey farketmez. Yani "Ben daha önceden insandım da, vah vah böcek oldum" diyemez bir böcek. 
Çünkü insan formunun bilinç olanakları böcek formununkinden çok daha büyüktür ve küçük olan büyük olanı çevreleyip kapsayamaz. Sizin böceğin böyle diyebilmesi için, 'insan formunun bilinç olanakları'na ihtiyacı vardır ki, o da onda yoktur.

Bütün oyunlar 'zaten' vardır, ama herkes sadece kendisinin içinde olduğu oyunu görebilmekte ve onu olası tek oyun sanarak "neden 'böyle' yönlenmiş olduğunu" sorgulamaktadır. KARMA NASIL İŞLER
Kategori: KARMA - REANKARNASYON
Karmanın işleyişini(olumlu ve olumsuz ) idare eden ya da kontrol eden hiçbir doğaüstü ya da dışsal varlık yoktur. Bilinçdışı bir şekilde bunların tohumlarını kendimiz üretiriz; uygun bir zaman geldiğinde de bunlar çimlenir ve kendi meyvelerini verirler. 

Gizemli bir fiziküstü melek, deva ya da tanrı, bir kukla oynatıcısının elindeki figürlerin tellerini çekmesi gibi, şahsen karmaya müdahale etmez ve karmayı idare etmez; karma, bir geri dönüş getiren, bir baskıyı kaydeden her tepkinin, kendi momentiyle ortaya çıkmasına izin veren evrenin dengesinin bir parçasıdır. 

Karmanın işleyişi, karmaşık sonuçlardan karmaşık sebeplere doğru geriye dönük olarak izlenir. 

En sonunda, bazen de oldukça önce, karma size ulaşıyorsa, bu tamamen acı verici değildir; bu terimin içinizi, kötü bir şeyin olacağına dair bir önseziyle doldurması gerekmez. Çünkü düşünmüş ve yapmış olduğunuz iyi bir şey, iyi bir geri dönüş de getirir. 

Bazı dönemlerde sıkıntıları ya da bazı zamanlarda uyuşmazlıkları olmayan hiçbir insan yoktur. Sıkıntılar, insan özgürlüğünü çevreleyen alın yazısının unsurlarından ortaya çıkar, uyuşmazlıklar ise insan ilişkilerini çevreleyen egoizmin unsurlarından. 

Karmik işlemler ve etkileri hakkındaki bilgisizliğiyle ego, kendi karşıtlıklarının ve kendi sıkıntılarının birçoğuna neden olur. 

Geleceği, büyük amaçlarımızla davet ederiz. Düşünüş biçimimiz, hislerimiz ve yaptıklarımızın sonuçlarını yaşarız. Doğanın kayırıcılığı yoktur, bize hak ettiklerimizi verir. 

Karma aslında kişinin kendi yaptıklarıyla perçinlenmesine karşın, aynı zamanda, o kişinin uzun süredir düşündüğü ve güçlü bir şekilde hissettiği şeylerden de oluşur. 

Karma işlemeye başladığında , ister iyi ister kötü olsun, başkalarının size verdiği karakterin belgeleriyle değil, kalbinizde hissettiğiniz güdüler, zihninizdeki tutumlar ve ellerinizle yapılan eylemler esas alınacaktır.

Olaylar ve ortamlar, kısmen ne olduğunuz ve ne yaptığınıza (bireysel karma), kısmen ihtiyaç duyduğunuz ve aradığınız şeye (gelişim), kısmen de bir üyesi olduğunuz toplum, ırk ya da ulusun ne olduğu, ne yaptığı, neye ihtiyaç duyduğu ve neyi aradığına (kolektif karma) göre size çekilir. 

Karma, kendini rastlantı gibi görünebilecek olaylar yoluyla ifade eder. Ancak bunlar, sadece yüzeyde böyledir. 

Olaylar kendi doğasına göre davranır. Dünya Fikri bu eylemleri gizli bir şekilde kaydeder ve uygun sonuçlarını geri yansıtır. Bu, olaylar için geçerli olduğu gibi, kişiler için de geçerlidir. Her birimiz, evrene bir notayla sesleniriz, evren de bize aynı titreşimde karşılık verir. 

Karma size, büyük ölçüde kendinize yapmış olduğunuz şeyi verir; tercih ettiğiniz şeyi vermez: Ama bu ikisinin bazen çakışması da oldukça mümkündür. Kısmen kendi sıkıntılarınızın yazarı iseniz, zihinsel güçle iyi talihinizi de kendinize çekiyorsunuzdur. 

Alın yazınız -payınıza düşen kader parçası- sizin belli bir işi, belirli bir görevi başarmanızı istiyorsa, bu durumda size belirlenen zamanda -tenha bir inzivada ne kadar vakit geçirirseniz geçirin- sizi inzivadan halkın arasına yeniden sürükleyecek olan içsel bir dayanılmaz istek sağlayacaktır.

Bu iş, geçen tüm önceki yıllar süresince sizin arzunuzdan uzaklaşmış ve bilinçli zihninizden gizli tutulmuş olsa bile, bu beklenmedik içsel kuvvete, alın yazısının kendini bu şekilde gösteren sesinden başka bir şey olmayan bu zorlayıcı emre yine de uymak zorunda olacaksınız. Evet, paradoksal olarak kişi kendi kaderini kendi benliğinde taşır. Karmanın bunun sebebini savunacak bir avukat göndermesine gerek yoktur. 

Yaşamınızda kendi reenkarnasyonlarınızın geçmişinden gelen kuvvetler ortaya çıkar ve sizi belli karar, eylem ve tutumlara doğru iter. 

Ouspensky'nin ebedi ve ezeli yinelenme kuramı hem doğru hem yanlıştır. Kendimizi ve koşullarımızı tekrar ederiz, ama hep farklı bir düzeyde. Bu bir daire değil, spiraldir. Yaşamdaki bir dönem ya da bir olay önceki birine karşılık gelir, ama onunla özdeş değildir. Gelecek, geçmişle benzeşir ama onun bir kopyası olmaz. Bu spiral size aynı benlik ya da aynı işi aynı şekilde geri getirmez: Farklı bir düzeyde ona karşılık geleni size getirir.

Görünüşteki sefaletlerimiz içsel başarısızlıklarımızın sembolleri ve işaretleridir. Çünkü otomatik olarak yaratılmış her acı ve otomatik olarak kabul edilmiş her kötülük, kaçınılabilir bir şeydir. Olayların sizi ne kadar incitebileceği tamamen olmasa da, büyük ölçüde size bağlıdır.

Egoizminizi ezecek güce ve sebep-sonuç dizilerine sızacak bir içgörüye sahip olsaydınız, görünüşteki sıkıntılarınızın yarısının, içsel karakterin zayıflığı ve eksiklerinden türediğini keşfedebilirdiniz. İçsel karakterinizin zayıf niteliklerini her gösterdiğinizde, dışsal olaylara da, bunların yansımalarını davet etmiş olursunuz. Öfkeniz, kininiz ve içerlemeniz, yeterince güçlü ve yeterince sürekliyse, bunu er geç sıkıntı, düşmanlık, anlaşmazlık, kayıp ve hayal kırıklıkları izleyecektir. 

Şanslı ya da şanssız ev numarası yoktur. Belli bir evde bir dizi talihsizlik yaşamışsanız bu evin numarasından değil, sizin karmanızdan kaynaklanan bir kusurdur. Kötü karmanızın, bu dönem süresince vadesi gelmiştir ve tamamen farklı bir numarası olan, tümüyle farklı bir evde oturuyor olsaydınız bile üzüntü veren deneyimler yaşayabilirdiniz.

Bu durumda karma, eninde sonunda, daha iyi için, karakterden ortaya çıkar, bu nedenle de eninde sonunda karmanız bir ölçüde değişir. Öyleyse bir zamanlar üzüntü yaşadığınız eve geri dönün. Bu kez öyle olmayacağını göreceksiniz. Şanssız numara diye adlandırılan şey, artık size zarar vermeyecektir. 

Tüm karmık eğilimler aynı anda bilinçte bulunmaz; bazılarının potansiyel halden çıkıp kinetik duruma geçmesi gerekir. 

İnsanlar, ahlak alemindeki sebep sonuç kuralının, bilimsel alemdekinden aşağı kalmadığı konusunda uyarılmalıdır. Çocukluk döneminden başlayarak bu ilkeyi göz önünde tutacak biçimde eğitilmelidirler. Acıya davetiye çıkaran ya da sıkıntıyı üzerine çeken veya engellenmeye yol açan eylemler konusundaki sebepleri oluşturmaktan kendilerini sorumlu hissetmeleri sağlanmalıdır. 

Temel düşünce ve eylemlerimizle, yaşam deneyimlerimiz arasında kaçınılmaz bir denge vardır. Bu denge kendini en az beklenen yerde, ahlaki alanda gösterir. Yanlış yaptığımız şeyler, yalnızca başkaları için değil, öncelikle kendimiz için üzüntü getirecektir. İyi eylemlerimiz, iyi bir talihin geri dönüşünü ortaya çıkarır. Bu ince ahlaki sorumluluk yasasının işleyişinden kurtulamayabiliriz. Sebep sonuç ilişkisi, altı sonuç olan bir çarkın tepesidir. Bu, kolektif olarak doğru olduğu kadar bireysel olarak da doğrudur.

Bir kişinin, kendi mutluluğunu başkalarının içinde bulunduğu çok kötü bir durumdan kurabileceğini düşünmesine yol açan yanlış ahlaki inanç, yalnızca karmanın gerçekliğiyle ilgili bir bilgiyle bozulabilir. 

Düşünceler yaratıcı olma eğilimindedir ve er geç genel çevrenizde karmik meyve üretir. Bu aynı zamanda ahlaki yaşamınız için de doğrudur. Burada, düşünceleriniz için karmik olarak etkili olmadan önce kendilerini eyleme dönüştürmeleri her zaman gerekmez. Yeterli yoğunluğa sahipler ve yeterli bir süre boyunca devam etmişlerse, er geç dışsal koşullarda bile uygun sonuçları ortaya çıkaracaklardır. Bu gerçek bir örnekle daha açık gösterilebilir. Sürekli olarak bir kişinin ölmesini istiyorsanız, ama sonuçlarının verdiği korku yüzünden o kişiyi öldürme cesaretiniz yoksa, ölümle ilgili düşünceleriniz bir gün dengelenmiş bir biçimde size geri dönecektir.

Bu durumda kendiniz şiddet içeren bir ölümün acısını yaşar ya da ölümcül bir kazaya kurban gider veya kinin karakterinizi kemirmesi gibi vücudunuzu kemiren bir hastalığa yakalanırsınız. Bu yüzden her ne kadar gerçekten cinayet işleme suçu olmasa da cinayeti düşünmek yüzünden fiziksel bir ceza çekersiniz. 

Benzer nedenler yüzünden, hastalıklı düşünüş alışkanlıkları kendilerini bedenin hastalıklı rahatsızlıkları olarak gösterebilir. Doktor böyle bir rahatsızlığın o anki fiziksel sebebini doğru bir şekilde görebilir, ama belki aşırı öfke, hastalıklı bir nefret, çok kuvvetli bir korku, aşırı şehvet ya da alışkanlık halini almış kin olan asıl zihinsel sebebi göremeyebilir.

Elbette, bir hastalığı olan herkesin geçmişte ya da şimdide olumsuz bir şekilde düşündüğü şeklinde mantığa aykırı bir çıkarıma varmamalıyız. Vücudun, her ne kadar ihlallerin pek çoğu genellikle bütünüyle bilgisizlikten meydana gelse bile, ceza görmeden ihlal edilemeyecek kendi sağlık yasaları vardır. 

Bu tamamen olasıdır, çünkü varoluşun tüm temeli zihinsel bir temeldir. Karmik süreçteki yaratıcı faktör zihnin kendisidir. Sonuç olarak zihinsel bir değişim, bize karşı işleyişi kökten ve uygun bir şekilde değiştirilecekse, gerekli bir değişimdir. 

Yüklüğünde bir acı ya da talihsizlik iskeleti olmayan hangi zengin, gıpta edilen bir aile vardır? İki ya da üç iskeleti olan bazıları olduğunu kim bilmez? Bu karanlık günlerde birçok kişinin fark etmiş olduğu gibi, yaşamın, çok istemiş olduğunuz şeyleri yok edecek uğursuz ellerine uzanan gizemli ve güçlü karmik etkiler içerdiğini fark etmiş olabilirsiniz; bu sizin başarıya ulaşmanıza olanak tanır, sonra da bunu gözlerinizin önünde yok eder; sağlığınızı, belki de size yakın olan ve sevdiğiniz kişilerin yaşamlarını harap eder. Kalbiniz sessiz sessiz kan ağlamış olabilir. 

Eylemlerimizin başkalarını incittiğindeki gizli acıdan kendi yüklerimizi yaratırız ve kinle ilgili düşünceler ortaya çıkardığımızda ise sert, mutlak sonuçlar ortaya çıkarmaktayızdır. Şehvet, hırs ve öfkenin kuvvetleri, insanlığı bu kadar çok karmik sıkıntı ve sefalete götüren kontrolsüz, serbest ve yönü belirsiz kuvvetlerdir. 

Ateş bir yiyeceği pişirmek için de kullanılabilir, bir insanı yok etmek için de. Ateşin kendisi kötü değildir, iyi ya da kötü olan şey, ateşin iyi ya da kötü amaçla kullanılmasıdır; bu da kişinin kalbindeki isteklerin ve geçmiş yaşamlardan getirmiş olduğu eğilimlerin ne olduğuna bağlıdır. Bu yüzden aslında kötü güçler, her şeyden önce kendi kötü düşüncelerimizdir. Dünya, insanlar zihinlerini rahat bırakır bırakmaz kötülükten kurtulmuş olacaktır. Zihin karmanın işleyişiyle gerçekleştirilen bir birimdir. Yapılan şeylerin karşılığının nasıl verileceğim açıklamak için ekstra kozmik doğaüstü bir varlığı çağırmaya gerek yoktur. 

Karşılık yasası yalnızca bizi doğru düşünce, duygu ve davranışa zorlayacak bir yasa değildir. Daha yüksek bir düzlemde, Yüksek Benlik vardır. Burada dünyada ya da bir ötealemde bir yerde, iyilik için hiçbir ödül, kötülük için ise hiçbir ceza olmasa da, yine de, Yüksek Benlik aracılığıyla, en saf niteliğimiz olan şefkati ifade etmek en yüksek mutluluğumuzun bir parçası olabilir. 

Kendi eylemleriniz, sonrasında başka bir kişinin başka eylemlerine yol açacaktır. 

İnsani araçlar başkalarının acı çekmesinde sebep olur ve bunlar onun insani kötü niyetlerinin sebeplerini oluşturur. Her iki ifade de doğrudur. Bunlar belki aklımıza gelebileceği gibi çelişkili değil, tamamlayıcıdır.

Alın yazısı, zarar vermek istediğinde doğal olarak ahlakı bozuk bir kişiyi ya da bir an için düşüncelerine kulak asmaksızın duygularını körü körüne takip edebilecek birini veya yıllarca pişmanlık duyacağı bir şeyi bir anda yapabilecek düşüncesizce hareket eden birini arar. Böyle bir şey için çok iyi ya da çok akıllı birini arayarak vakit kaybetmez. 

Daha yüksek amaca doğru yönlendirilmemiş bir yaşam, Yüksek Benlik bilincine katılan biri olma konusunda tamamen ilgisiz olan bir zihin; bu başarısızlıklar, insanları hem bedensel kullanımları, hem de ölüm sonrası var oluşları süresince sessizce kınar. 

İhmal suçları, en az eylem suçları kadar karmik açıdan önemlidir. Yapmış olmamız gereken ama yapmadığımız şeyler de bir karma oluşturucusu olarak sayılır. 

Kasıtlı eylemsizlik bile, bir karmik sonucun meydana gelmesinden kaçamaz. Gizli bir, eylemde bulunmama kararı içerir, bu 2006 - KARMA (REANKARNASYON) NEDİR?
Kategori: KARMA - REANKARNASYON

Karma (reankarnasyon) basitçe yeniden doğuş demektir. 
Batı kültürlerinin, yeniden doğuşu reddedişlerinin temel nedeni, sosyal ve ahlaki eksikliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu reddediş, insan davranışlarının muhasebesini ortadan kaldırdığı gibi seçim yetkisini elinden alır ve evren planı üzerinde alınan yer bilgisinden mahrum bırakır. Dolayısı ile pek çok insan için Tanrısal kaynak inancı yoktur. “Kendinize davranılmasını istediğiniz gibi davranın” türü bir ifade “Gönderdiğiniz, size geri döner” eklemesi olmadan ve tekrar döneceğimiz bilgisi yokken, hiç bir anlam ifade etmeyecektir. 

Ölüm, yaşamın sonu olarak kabul edildiği için ölümün engellenmesi en önemli amaç olmuştur. İnsanların seçimlerinini, isteklerinini, davranışlarını, reankarnasyon dikkate alınmadan açıklamaya çok fazla gerek yoktur. Eğer ruhun sonsuzluğu yok ise, hayatın ve dünyanın da fazla bir anlamı yoktur. Ölüm, kısa ömrümüzün sonu ise yağmur ormanlarını korumaya, tehlikede olan canlı türlerini kurtarmaya, ozon tabakasının bozulmasına engel olmaya....vb. gerek yoktur! Eğer kaynaklar, birinin kendi hayatı sonuna kadar var olacaksa, bu yeterlidir. 

Ya ölüm son değilse? Ya insan bozduğu ya da düzelttiği dünyada yeniden yaşayacaksa? Ya insan başka insanlara ve hayvanlara karşı iyi ya da kötü davranışlarını, kendiside deneyimleyecek ise? Ya başkalarına yaptıklarımız, bize geri dönecekse? Ve her iyileştirilmemiş acı, sonunda ve tamamen mutlaka iyileştirilecekse?

Reankarnasyon, yahudiliğin ve hıristiyanlığın ilk dönemlerinin temel doktrini idi; aynı şekilde doğu dinlerinin İslam’ın, Budizm’in, Hindu dininin, bir çok Afrika ve yerli Amerikan kabilelerinin özünde yer almaktaydı.....Ölürüz ve bir çok kez yeniden doğarız. Bu kavram evrendeki planın kesinliğini ve rahatlığını beraberinde getirir. Bizim kısa ömürlerimiz, insan olmanın ne demek olduğunu tamamen anlamamız için yeterli değildir. Bu nedenle bir çok kez vücut bulmak, dersin tamamen öğrenilebilmesi için bir imkan sağlar. Hayatın anlamı, hem pozitif hemde negatif anlamı ile insan olmanın ne demek olduğunu öğrenmektir. Bu deneyimi yaşayarak, hayatın tam olarak anlamına erebiliriz. İnsanlar olgun bir yaşta ve olgun deneyimler ile bir başka hayata geçerken, ruhlarda olgunlaşmış, büyümüş ve pek çok hayatla değişik dersler öğrenmiş olurlar. 

Karma insanın tüm hayatını bağlayan ve öğrenilecekleri / çalışmayı her ruh için düzenleyen bir mekanizmadır. Herkes hayatı en az bir kez anne olarak, baba olarak ve çocuk olarak deneyimlemek zorundadır. Herkes mutlu hayatları, mutsuz hayatları, sağlıklı olmayı, hasta olmayı, güçlü olmayı, güçsüz olmayı, sevgiyle dolu olmayı ve kendini adamayı deneyimleyecektir. Birlikteliği öğrenmek için herkes tüm yaşamı ve bir çok yaşam süresinde, bir ruh eşi (ya da eş ruhu) olacaktır. Herkes birliktelikte kadın olmayı, erkek olmayı deneyimleyecek; ilişkilerde heteroseksüel, lezbiyen ve gay olmayı yaşayacaktır. Hiç değilse bir kez, nasıl olduğunu anlayabilmek için herkes kötü veya suçlu bir hayat yaşayacaktır. Başkalarına karşı şefkatli olabilmek için de kötü muameleye maruz kalacaktır. 

Bizden beklenen, dürüstlüğü, şefkati, kendimizi ve başkalarını sevmeyi, hayvanlara ve dünyaya saygılı olmayı öğrenmemizdir. Her vücut bulma, insanlık ve dünya için hizmet etmeyi gerektirir; ruh geliştikçe hizmet derinleşir ve her yeniden doğuşun amacı haline gelir. Ruhun gelişmesi ders programı, yaşam ise üniversitedir. Her yaşam süresi, bir başka kurs çalışması, bir başka derstir. Eğitim tamamlandığı zaman ruha iki seçenek sunulur; başkalarına yardım etmek amacı ile geri dönmek veya hayat geçişleri arasında kalıp, vücutlara yol göstermek. Geri dönenlere “Bodhisattva” denir ve bir çoğu şu anda dünya üzerinde vücut bulmuştur. Bu bütünlüğe ermek için tüm karma arındırılmış ve iyileştirilmiş, her öğreti, tersi de dahil olmak üzere deneyimlenmiş ve ruh tüm hayatın tek olduğunu anlayacak kadar gelişmiş olmalıdır. Bu farkındalık, her yeniden doğumun ve reankarnasyonun temel faktörüdür. 

Bunların hepsini nasıl biliyoruz? Küçük çocuklar bazen en yakın geçmiş zamanlardan bahsederler. Bir çok yetişkin rüyalar ile daha önceki zamana geri dönüşler yaşar. Bir yer ya da bir devreden / çağdan / tarihten büyük bir merakla etkilenirler ve hiç görmedikleri ya da üzerinde çalışmadıkları bir kültürün detaylarını içlerine doğmuşcasına bilirler. Bir kimse bazen, akıl yolu ile bir açıklama olmamasına rağmen, yaşamında yeni tanıştığı birinden çok etkilenebilir, çok korkabilir ya da çok itici bulabilir. Aşıklar bazen, önceden de birlikteymişler gibi çok güçlü bir hisse kapılırlar. Fobilerin bazen insanın yaşadığı hayat içinde hiç bir mantıklı açıklaması bulunamaz. Oysa ki geçmiş yaşamlara gidildiğinde ve yaşanmış travmaların üzerleri açıldığında fobilerin açıklamalarına kavuşulur. Meditasyonu veya diğer yollarla ruhsal gelişmeyi öğrenmiş olanlar, geçmiş yaşamlara ait arkadaşların, düşmanların ve durumların kendiliğinden gelen görüntülerini deneyimleyebilirler.

Hipnoz yöntemi de, geçmiş yaşamlara giderek bir takım bilgiler elde edilmesi için kullanılmaktadır. Son yüzyılda hipnoz, meditasyon yolu ile reankarnasyon, karma ve geçmiş yaşamların doğası ile ilgili araştırmalar yapılmaktadır. Budist ve Hindu yazılı metinlerinin tercümeleri ile insanlar, kendi hayatları ile ilgili merak ettikleri pek çok bilgiye kavuştular. Dha önce yaşadığını bilen, bir ya da bir kaç geçmiş yaşamını öğrenen kişi için hayat ve ölüm yeni bir anlam kazanmakta ve açıklanamayanlar belirgin hale gelmektedir. 

Karmanın “göze göz, dişe diş” olarak tanımlanması yanlıştır; karma ne bu kadar kolay ne de bu kadar basittir. Bu her zaman; bir kimse bir hayatında birini öldürürse, bir sonraki hayatında başka biri onu öldürür demek değildir. Daha doğrusu karma, aynı yaşam sürecinde iyileştirilmemiş acı olarak anlaşılabilir. Bir hasar/yara insanın aurasında (zihinsel beden ve zihin ağında) kalır, yara bir kaç kez tekrar edebilir ve karma deseni olabilir; ta ki farkına varma ve öğrenme ile serbest bırakılana kadar. İyileşme olana kadar devam eder ve kişi aynı şeyi tekrar yaşar; bu öldükten ve tekrar doğduktan sonra da devam edebilir. İyileşme gerçekleştiğinde ise acı sona erer. 

Karma bir ceza değildir. Basit olarak; açığa çıkarılıp, temizlenip yok edilmesi gereken bir yara/üzüntü enerjisidir. 
Bir üzüntü/acı, aynı şeyin tekrar etmemesi için bir ders taşır. Karma, bir öğrenme yolu ve ruhsal büyüme metodudur. Her birey, bu yolla davranışlarının sonucunu ve acısını öğrenir ve anlar. Bu sonuçları anlayarak, kendine ve başkalarına acı değil mutluluk verecek şekilde davranmayı öğrenir. Bu öğrenme gerekli ve çok önemlidir. Herkes bu dersi öğrendikten sonra dünya üzerinde acıya ve karmaya gerek kalmayacak ve dünya değişimi tamamlanmış olacaktır. Bir birey bu dersi tam olarak öğrenip, enerji sisteminde ki eski travma ve acıları/verdiği hasarları iyileştirdikten sonra, tekrar dünyaya gelmesine gerek kalmayacaktır. Artık acı çekmeyecek ve kimseye acı vermeyecektir. 

Bu, dünyanın değişiminde olduğu gibi bireyler ve gezegenlerde de aynen sözkonusudur. Şu anda insanlar derin acılar yaşamaktadır çünkü tüm eski acılar henüz tam olarak iyileştirilmemiş ve yok edilememiştir. Meydana gelen afetler, felaketler insan hayatında olduğu gibi, bir anlam taşımaktadır; hayat gücünün onuru için hükümetleri ve milletleri değişime zorlamaları gibi… Bununla yüzleşemeyen insanlar dünyamızda yaşıyor ve bir sürü genç ölümler oluyor. 

İyileşmemiz için yalnız değiliz. Karmanın arınması ve kurtulması için basit, ılımlı ve herkesin ulaşabileceği araçlar mevcuttur. Dünya değişiminin en önemli parçası olarak, belki de dünyanın kuruluşundan bu yana ilk kez karmik iyileşme zamanındayız. Bu çok önemli ve gerekli iyileşme hem bireyler hemde dünyamız için son derece önemlidir. İnsanlar iyileştikçe, dünya iyileşecektir. 
Celila Fenn

Ölümden Dönme Deneyimi

Melen Thomas Benedict'in Ölümden Dönme Deneyimi

Melen Benedict 1982 yılında ölümden dönme deneyimi yaşamış bir 
sanatçıdır. Kanser hastalığından dolayı ölmüş ve birbuçuk saatten 
fazla ölü olarak kalmıştır. Ölüm anında vucudundan yükselmiş ve 
ışığın içine girmiştir. Evrene duyduğu merakı nedeniyle varoluşun 
derinliklerine götürülmüş ;hatta büyük patlamanın gerisindeki enerji 
boşluğu , hiçliğe kadar. Bu yaşadığı deneyim esnasında reinkarnasyon 
ile ilgili çok büyük miktarda bilgi edinme imkanı bulmuş ve bu 
yaşadığı ölüm deneyiminden geri dönüşünde bazı bilimsel buluşları da 
beraberinde getirmiştir. 

Bay Benedict ;hücresel iletişimin mekaniği ve Quantum Biyoloji denen 
ışığın hayat ile olan ilişkisinin araştırmalarına da karışmıştır. Bu 
araştırma biyolojik sistemlerin nasıl çalıştığı konusuna dramatik 
yeni bir bakış açısı getirmiştir. Bay Benedict canlı hücrelerin 
yüksek hızlı şifa ve diğer başka şeylerden kaynaklanan ışık 
uyarılarına süratle cevap verdiğini tesbit etmiştir. O bir 
araştırmacı ve 6 tane patent sahibi bir mucit ve konuşmacıdır.
Bay benedict'in yaşadığı deneyimi onun izni ile burada sizlerle 
paylaşıyorum

1982 yılında kanserden dolayı öldüm. Ameliyat edilemeyecek 
durumdaydım ve bana verilecek her kemoterapik ilaç beni daha çok 
bitkiselleştirecekti. 6-8 ay ömrüm kaldığı söyleniyordu. 1970 li 
yıllarda bir bilgi ve haber manyağı idim , nükleer kriz, ekolojik 
kriz ve benzerlerinden dolayı sürekli artan bir umutsuzluk 
içerisinde idim. Ruhsal bir tabanım olmadığından .tabiatın bir hata 
yaptığını ve biz insanların gezegen üzerindeki bir çeşit kanser 
organizması olduğumuza inanıyordum. Gezegen ve kendimiz için 
yarattığımız bu problemlerden herhangi bir çıkış yolu göremiyordum. 
Tüm insanları kanser olarak algılıyordum ve işte bende onu oldum. 
Beni çldüren de bu oldu. Dünya görüşünüz konusunda çok dikkatli 
olon , size geri yansıyabilir; özellikle negatif bir dünya görüşü 
ise. Benim kesinlikle negatif bir dünya görüşüm vardı. İşte beni 
ölüme götüren bu oldu. Tüm alternatif tedavi metodlarını denedim 
fakat hiçbirşey fayda etmedi. Artık kabul ettim ki bu yalnızca ben 
ve Tanrı arasında bir mesele. Daha önce Tanrı ile hiç yüzleşmemiştim 
hatta hiç ilgilenmemiştim bile. Herhangi bir ruhsal konu ile ilgili 
hiçbir ilgim de yoktu fakat ruhsal ve alternatif tıp konularında 
bilgi edinmek içib bir yolculuğa başlamıştım. 

Konu ile ilgili bulduğum bütün kitapları okuyordum ve detaya iniyordum çünkü öbür 
tarafta sürpriz ile karşılaşmak istemiyordum. Böylece çeşitli dinler 
ve felsefeler ile ilgili okumaya başladım. Hepsi de çok ilginçti, 
öteki tarafta birşeyler olduğu konusunda ümit veriyorlardı.
Öte yandan kendi kendinin patronu olan bir vitray sanatçısı 
olduğumdanhiç sağlık sigortam yoktu . Bütün birikimlerim testler 
için bir gecede gitti. Sağlık uzmanlığı ile sigortasız olarak karşı 
karşıya kaldım. Ailemin finansal çöküş yaşamasını istemediğim için 
bu konuyu kendim hallettim. Sürekli ağrım yoktu fakat zaman zaman 
kendimden geçiyordum. Araba sürmeye cesaret edemiyecek duruma geldim 
ve en sonunda tıbbi bakıma alındım. Kişiye özel bir hasta bakıcım 
vardı .Son günlerimde benimle olan bu melek tarafından kutsanmıştım. 
8 ay sürdü. Çok fazla ilaç almak istemedim çünkü mümkün olduğu kadar 
bilinçli olmak istiyordum. Daha sonra öyle bir ağrı deneyimi yaşadım 
ki sanki tüm bilincim ağrı oldu. Şanslıydım ki her seferinde sadece 
bir kaç gün sürüyordu. 

Bir gün sabah saat 4.30 da uyandığımı hatırlıyorum ve artık 
biliyordum ki bu gün o gündür. Bu gün ölecektim. Bazı arkadaşları 
çağırdım ve onlarla vedalaştım. Uyanıp hasta bakıcımı çağırdım ve 
onunla özel bir anlaşma yaptım; öldüğüm zaman vücudumu 6 saat yalnız 
bırakacaktı. Bunu istemekteki nedenim öldüğüm zaman birçok ilginç 
olaylar olduğunu çeşitli kaynaklarda okumuş olmamdı. Tekrar uykuya 
daldım. Ondan sonra hatırladıklarım tipik bir ölümden dönme 
deneyiminin başladığıdır. Aniden tam farkındalığa ulaştım ve ayağa 
kalktım, fakat vucudum yataktaydı. Etrafımda bir çeşit karanlık 
vardı. Vücudumun dışında olmam olağan deneyimlerden çok daha canlı 
idi. O kadar canlı idi ki evdeki tüm odaları görebiliyordum, evin 
damını görebiliyordum, etrafını görebiliyordum hatta evin altını 
bile görebiliyordum Parlayan bir ışık vardı . 

Işığa doğru döndüm. Işık ölümden dönme deneyimi yaşayan diğer insanların anlattığı gibi 
idi. Muhteşemdi, somuttu, gerçekti onu hissedebiliyordunuz .Cazipti, 
çekiciydi ; anne ve babanızın kollarına gider gibi ona gitmek 
isterdiniz. Işığa doğru gitmeye başladığımda sezgisel olarak 
biliyordum ki eğer ona ulaşırsam artık ölecektim. İşte bu nedenle 
ışığa doğru gitmeye devam ederken "lütfen bir dakika bekle ,sadece 
bir an için orada dur "dedim .Bana büyük bir sürpriz olarak tüm 
deneyim aniden durdu. Siz aslında ölümden dönme deneyiminin tam 
kontroluna sahipsiniz . Bir roller koster üzerinde kaymıyorsunuz . 
Talebim onurlandırıldı ve ışıkla bir miktar diyalok yaptım. Işık 
sürekli değişik şekiller alıyordu örneğin ; İsa, Buda , Krişna, 
Mandalalar (kutsal şekiller ), meleksi görüntüler ve işaretler. 
- "Burada neler oluyor ,lütfen ışık kendini bana 
tanıt ,durumun gerçekliğini bilmek istiyorum " diye ışığa seslendim
Tam kelimeleri söyliyemiyeceğim çünkü bir çeşit telapati idi .Işık 
cevap verdi. Bana aktarılan cevaba göre ışıktan gelen cevaplar sizin 
inancınıza göre şekillenir. Eğer bir budist veya katolik iseniz veya 
tutucu biri iseniz kendi inançlarınızdan oluşan bir cevap alırsınız. 
Bunlara bir bakıp inceleme fırsatınız var fakat birçok insan bunu 
yapmaz. Işık kendini bana açtı ,sonra aslında gördüğümün yüksek 
benliğimizin matrixi olduğunun farkına varmaya başladım . Size tek 
söyliyebileceğim onun bir neticeye döndüğüdür, insan ruhunun 
mandalası ,gördüğüm bizlerin yüksek benliklerimiz bir matrixtir. 
Aynızamanda kaynağa kaptır, her birimiz direk olarak kaynaktan gelen 
direk deneyimleriz. Hepimizin yüksek benlikleri var, varlığımızın 
ruh üstü parçaları. O bana kendisini en gerçek enerji formunda açtı. 
Omu tek tanımlayabileceğim yöntemyüksek benlik varlığı daha ziyade 
bir kap gibidir. Hiç öyle görünmemesine rağmen o hepimizin sahip 
olduğu kaynağa direk bir bağlantıdır. Bizler kaynağa direk olarak 
bağlıyız. Aslında ışık bana yüksek benlik matriksini gösteriyordu. 
Ve tüm yüksek benliklerin tek bir varlık olarakbağlı oldukları 
gerçeğini net olarak anladım. Tüm insanlar tek bir varlık olarak 
bağlıdırlar, bizler aslında aynı varlığız.Aynı varlığın değişik 
cepheleriyiz. Herhangi bir dine vaad edilmemiştir. Bana bildirilen 
işte buydu. Ve o insan ruhlarının mandalasını gördüm. Bu sanki de 
her zaman istediğimiz tüm sevgiydi, bu herşeyi iyileştiren 
sevgiydi ,şifa veren ve yenileyen. 

Ben ışıktan bana açıklamaya devam etmesini istedik sonra yüksek 
benlik matriksini daha iyi anlamaya başladım. Biz gezegen etrafında 
bir birine bağlı yüksek benliklerin bulunduğu bir ağa sahibiz. Bu 
aynı büyük bir şirket gibi . çevrenizdekibir sonraki subtil enerji 
alanı, diyebilirsiniz ki bir ruhsal seviye. Birkaç dakika sonra daha 
fazla açıklama talebinde bulundum. Gerçekten evrenin ne ile ilgili 
olduğunu öğrenmek istiyordum ve herşey için hazırdım ve dedim ki
- "BEN HAZIRIM ,BENİ AL "
İşte o zaman ışık bu güne kadar gördüğüm en güzel şeye dönüştü. Bu 
gezegendeki ruhların mandalası. Şimdi benim negatif görüşlerimden 
dolayı gezegenimizin başına geleceğini düşündüğüm konulara sıra 
gelmişti. Böylece ışıktan beni daha da aydınlatmasını diledim. O 
muhteşem mandala içerisinde bizim özümüzün, çekirdeğimizin ne kadar 
güzel olduğunu gördüm. Bizler en güzel yaratılışlarız. İnsan ruhu, 
bizlerin birlikte yarattığımız insan matriksi kesinlikle 
muhteşemdir, zariftir,ekzotiktir. Sizlere benim insanlarla ilgili 
görüşlerimin o anda ne kadar değiştiğini anlatmama kelimeler yetmez
Dedim ki
- "Aman Tanrım bizlerin bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum"
- "Hangi seviyede olursanız olun , ister yüksek, ister 
alçak ;hangi şekilde isterseniz olun sizler en güzel 
yaratılışlarsınız"
Ruhta herhangi bir kötülük olmadığını şaşkınlık içerisinde fark 
ettim.
- "Bu nasıl olabilir" dedim
Cevap
- "Hiçbir ruhun doğasında kötülük yok . İnsanların başına 
gelen korkunç olaylar onlara kötü şeyler yaptırır; ama ruhları kötü 
değildir. " ve ışık bana dedi ki " insanların aradığı ve onların 
varlığını destekleyen sevgidir. İnsanları saptıran sevgi 
eksikliğidir"
Işıktan arka arkaya gelen açıklamalar sürecek gibiydi ki 
- "Bütün bunlar insanlığın kurtarılacağı anlamına mı geliyor " 
diye bir soru sordum
Sonra bir ışık sarmalı yağmurunda patlıyan trampet gibi büyük ışık 
konuştu
- "Bunu her zaman hatırla ve hiç unutma ;siz kendinizi 
kurtarır, bağışlar ve iyileştirirsiniz . Bu her zaman böyle idi ve 
her zaman böyle olacak. Siz dünyanın başlangıcından önce tüm bunları 
yapacak güce sahip olarak yaratıldınız."
İşte o anda daha da farkına vardım ki BİZLER HALE HAZIRDA 
KURTARILMIŞTIK. Biz kendimizi kurtarmıştık çünkü Tanrının geriye 
kalan evrenleri gibi gibi bizler de kendimizi düzeltecek şekilde 
tasarlanmıştık. 

İşte ikincigeliş bununla ilgili idi. Tüm kalbimle tanrının ışığına teşekkür ettim. Yapabileceğim en iyi sey bu basit kelimeler ile ifade ettiğim şükran duyguları idi. 
- "Sevgili Tanrım , sevgili evren ,sevgili büyük öz , ben 
hayatımı seviyorum"
Işık sanki beni daha da derinlere çeker gibi solukladı. Sanki ışık 
beni tamamen emiyordu. Bu ışık sevgi bağım bile hala tarı 
edilemezdir. Farklı bir gerçekliğe girdim ,öncekinden çok daha bilge 
ve derin, daha başka ve fazla şeylerin farkına vardım, çok daha 
fazla.
O muazzam bir ışık akıntısı idi; çok geniş ve dolu; hayatın kalbinin 
derinlerinde. "Bu ne ?" diye sordum .
Ve ışık cevap verdi "BU HAYAT NEHRİDİR , BU KUDRET SUYUNDAN KALBİNİN 
ÖZÜNE İÇ" .
Çyle yaptım. Bir büyük yudum aldım;bir tane daha aldım. Hayatın 
kendinden içmek ; müthiş bir çoşku içindeydim.
Sonra ışık dedi ki " senin bir dileğin var"
Işık benimle ilgili herşeyi biliyordu ; tüm geçmiş ,şimdi ve 
geleceği. 
"Evet diye fısıldadım. Ve evrenin geri kalanını görmek istedim.; 
güneş sistemimizin ötesi, tüm insanlık illuzyonunun ötesi. Işık bana 
istersem akıntı ile gidebileceğimi söyledi. Ben de öyle yaptım ve 
ışık içerisinde tünelin ucuna taşındım. Bir dizi hafif ses 
patlamaları duydum.ve hissettim. Ne acele . Aniden farkettim ki 
hayat ırmağı üzerinde gezegenden roket hızı ile uzaklaşıyorum. 
Dünyanın uçar gibi uzaklaştığını gördüm. Güneş sistemi tüm ihtişamı 
ile bir anda kayboldu. Işık hızından daha süratli bir şekilde 
galaksinin merkezinden geçtim. Gittik sonra daha fazla bilgi 
özümseyerek. Öğrendim ki bu galaksi ve tüm evren bir çok hayat 
çeşitleri ile dolu. Birçok dünyalar gördüm. İYİ HABER BU EVRENDE 
YALNIZ 
DEĞİLİZ: 


Galaksinin merkezinden bu bilinç ırmağı üzerinde geçerken ırmak 
korkunç enerji dalgaları ile genişliyordu. Bütün tarihi bilgelikleri 
ile süper galaksidizileri gözümün önünden geçti. Başlangıçta bir 
yere doğru gittiğimizi sandım.,sanki seyahat ediyor gibi. Daha sonra 
fark ettim ki aslında ırmak genişlerken benim bilincim de evrendeki 
herseyi içine alacak şekilde genişliyor. Tüm yaratılış yanımdan 
geçti. .tüm bunlar hayal edilemiyecek harikalardı. Ben gerçekte 
harika çocuktum ,bebek harikalar diyarında. Sanki tüm yaratılış 
yanımdan geçti ve bir ışık beneği içinde kayboldu. Işık her yandan 
geldi ve çok daha farklı idi. Evrendeki tüm frekanslardan daha fazla 
şeylerden meydana gelen bir ışık. Yeniden b,rçok yumuşak ses 
patlamaları sezdim ve duydum. Bilincimveya benliğim tüm holografik 
evrenle hatta daha fazlası ile arasyüz olmak için genişliyordu. 
İkinci ışığın içerisine girince bana az önce artık gerçeği de 
aştığım ile ilgili bir farkındalık geldi. Bunlar olan durumu 
anlatabilmek için kullanabileceğim en iyi sözler, yine de açıklamaya 
çalışayım. İkinci ışığı geçince birinci ışıktan daha da öteye 
genişledim. Kendimi sessizlikten öte bilge bir durgunluk içerisinde 
buldum. Sonsuzun ötesini ebediyen algılıyor ve görüyordum . 
Boşluktaydım. 

Büyük patlamadan önce, yaratılış öncesindeydim. 
Zamanın başlangıcının ötesine geçmiştim, ilk söz ,ilk titreşim. 
Yaratılışın tam gözünde idim. Sanki de Tanrının yüzüne değiyor gibi 
bir duyguya kapıldım. Bu kesinlikle din ile ilgili bir duygu 
değildi. Basitçe MUTLAK HAYAT , MUTLAK BİLİNÇ le birdim. Ebediyen 
görüyor ve algılıyordum derken ,demek istediğim yaratılışın kendi 
kendini meydana getirişini deneyimleyebiliyordum . Bu başlangıcı ve 
sonu olmıyandır. Bu düşümceyi genişleten bir akıldır, değilmi ? 
Bilim adamları büyük patlamayı evreni yaratan bir olay 
olarakalgılıyorlar. Oysa be gördüm ki büyük patlama evrenleri sonsuz 
olarak ve arka arkaya yaratan birçok büyük patlamanın yalnızca 
birisi. Bunun için insan terimleri kullanarak oluşturabileceğimiz 
tek görüntü super bilgisayarlar tarafından kendi kendinin benzeri 
geometrik denklemler kullanılarak yaratılanlardır. 
Eskiler bunları hep biliyorlardı. Derlerdi ki " Tanrısallık nefes 
vererek belli aralıklarla yeni evrenler yaratır ve nefes alarak ta 
diğer evrenleri yok eder. Bu devirlere YUGAlar denir. ". Moderen 
bilim ise buna büyük patlama diyor. Ben mutlak ve saf bilinçte idim. 
Tüm büyük patlamalar veya yuga ların kendi kendilerini yaratıp ve 
yok edişlerini algılayabiliyor veya görebiliyordum.. Ani olarak ard 
arda bunların içine girdim. Gördüm ki yaratılışın her bir küçük 
parçası bile yaratma gücüne sahip . Bunu anlatmaya çalışmak çok güç. 
Bu konu ile ilgili konuşabilmekte hala güçlük çekiyorum.
Geriye döndükten sonra bu BOŞLUK DENEYİMİNİ kelimelere 
sığdırabilmem yıllar aldı. Sizlere şimdi ancak şunu 
söyliyebilirim "BOŞLUK HİÇLİKTEN DE DAHA AZDIR , BÖYLE OLMASINA 
RAĞMEN OLAN HERŞEYDEN DE DAHA FAZLADIR" . BOŞLUK MUTLAK SIFIRDIR. 
TÜM OLASILIKLARI OLUŞTURAN KAOSTUR. MUTLAK BİLİNÇTİR. EVRENSEL 
ZEKADAN ÇOK DAHA FAZLADIR. 

Boşluk nerededir ? Biliyorum ki boşluk herşeyin hem içindedir hem de 
dışındadır. Siz şu anda halen hayatta iken her zaman ard arda 
boşluğun içinde ve dışında olursunuz. Oraya ulaşmak için herhangi 
bir yere gitmenize gerek yok. Boşluk bütün fiziksel görüntülerin 
arasındaki vakum veya hiçliktir. Atomlar arasındaki ve onların 
elemanları arasındaki boşluk. Moderen bilim herşeyin arasındaki bu 
boşluğu araştırmaya başlamış durumda. Ona SIFIR NOKTASI diyorlar. Ne 
zaman onu ölçmeyi deneseler , cihazları ölçünün dışına çıkıyor veya 
sonsuza çıkıyor diyebiliriz. En azından şimdilik sonsuzu kesin 
olarak ölçebilecekleri bir yol yok. Sizin vucudunuz da dahil evrende 
her yerde herşeyden fazla sıfır boşluğu vardır.
Mistiklerin boşluğa verdiği isim boşluk değildir. O öylesine müthiş 
bir enerji ile doludur ki, olduğumuz herşeyi yaratan farklı bir 
enerji. Büyük patlamadan beri herşey bir titreşimdir. İlk titreşim 
olan ilk sözden beri
İncildeki " Benim " (I am ) in önünde aslında bir soru işareti var
- Benim ? Ben neyim ? 
Yani yaratılış Tanrı tarafından , Tanrının kendini hayal edilecek 
her yöntemle araştırması ve keşfetmesidir. Sürekli devam eden , her 
birimiz üzerinden sonsuz bir araştırma. Başınızdaki her bir saç 
telinden, ağaçtaki her bir yapraktan , her bir atomdan Tanrı ; 
Tanrının özünü araştırıyor. İşte bu yüzden Tanrı bir ağacın 
yaprağının düşüşünü bile bilir. Bu mümkündür çünkü siz nerede iseniz 
orası evrenin merkezidir. Herhangi bir atom nerede ise orası evrenin 
merkezidir.

Orada Tanrı vardır, Tanrı boşluktadır. 
Ben boşluğu ve yaratılışın yugalarını incelerken bizim bildiğimiz 
zaman ve mekanın tamamen dışında idim. Bu genişlemiş durumdayken 
keşfettim ki yaratılış, mutlak bilinç veya Tanrının bizim bildiğimiz 
anlamdaki hayat tecrübesine gelişidir. Boşluk kendisi tecrübeden 
tamamen yoksundur. O ilk titreşim öncesi, yaşam öncesidir. Tanrılık, 
yaşam ve ölümden çok daha fazladır. İşte bu sebeple evrende 
deneyimlenecek ,yaşam ve ölümden çok daha fazla şey var.
Ben boşluktaydım ve yaratılan ve yaratılacak olan herşeyin 
farkındaydım, sanki Tanrının gözünden bakıyordum. Ben Tanrı 
olmuştum. Aniden artık kendim değildim. Tek söyliyebileceğim 
Tanrının gözünden bakıyor olduğumdur. Aniden her atomun niye var 
olduğunu biliyor ve herşeyi görüyordum. 
Burada en ilginç olan ; ben boşluğa girmiştim. Oradan Tanrının orada 
olmadığı asnlayışı ile çıktım. Tanrı burada. İşte bütün mesele. 
İnsan ırkının sürüp giden dışarıda Tanrı arayışı. Tanrı bize herşeyi 
verdi, herşey burada. O işte burada. Ve bizler Tanrının Tanrıyı 
bizim üzerimizden araştırmalarıyız. İnsanlar Tanrı olmaya çalışmakla 
o kadar meşguller ki artık farkına varmaları gereken "bizler hale 
hazırda zaten Tanrıyız ve Tanrı biz oluyor" . İşte bütün mesele 
gerçekte bu.

Ben bunların farkına varınca boşlukla işim bitti ve tekrar 
yaratılışa dönmek istedim. Bu bana en doğal şey olarak göründü.
Ve aniden ikinci ışıktan dışarı çıktım veya büyük patlamadan. Yine 
bir dizi yumuşak ses patlamaları ile bilinç ırmağına binerek 
yaratılışa geri döndüm. Ne müthiş bir gezinti! İçimden galaksi super 
kümeleri geri çıktı, çok daha iyi kavranmış olarak. Bizim 
galaksinin merkezinden geçtim; orası bir KARA DELİK. Kara delikler 
çok büyük işlemciler , evrenleri yeniden kullanıma sokuyorlar. Kara 
deliğin öteki tarafında ne olduğunu biliyormusunuz? Biz varız, bizim 
galaksimiz var , başka bir evrenden yeniden işlenmiş olarak. 
O toplam enerji konfigürasyonunda galaksi harika bir ışık şehri 
olarak parıldıyordu. Büyük patlamanın bu tarafında tüm enerji 
ışıktır. Tüm atom altı , atom, yıldız, gezegen hatta bilincin 
kendisi bile ışıktan yapılmıştır ve bir frekansı ve/veya parçacığı 
var. Işık yaşamdır. Herşey ışıktan yapılmıştır hatta taş bile. İşte 
bu nedenle herşey canlıdır. Herşey Tanrının ışığından yapılmadır ve 
herşey çok zekidir

Ben ırmakta gezdik sonra en sonunda büyük bir ışığın geldiğini 
gördüm. Biliyordum ki bu ilk ışıktır ve beraberinde yumuşak ses 
patlamaları var. Gördüm ki içinde yaşadığımız güneş sistemi bizim 
daha geniş bölgesel vücudumuzdur. Bu bizim bölgesel vücudumuzdur ve 
biz de tahayyül edebileceğimizden çok daha büyüğüz. Gördüm ki güneş 
sistemi bizim vücudumuz ve ben de onun bir parçasıyım. Dünya da, biz 
olan o yaratılmış büyük varlıktır ve biz de o kendi olduğunu 
bilenin parçalarıyız. Fakat biz yalnızca o parçasıyız. Biz herşey 
değiliz fakat biz o olduğunu bilenin parçalarıyız. 
Güneş sisteminin ürettiği tüm enerjiyi gördüm, müthiş bir ışık şovu 
idi. Kürelerin müziğini duyabiliyordum. Bizim güneş sistemimiz de 
tüm diğer göksel varlıklar gibi kendine has bir ışık matriksi 
üretir; ses ve titreşim enerjisi . Diğer yıldız sistemlerindeki 
gelişmiş medeniyetler titreşim ve enerji matriks imzalarından 
evrende bizim algıladığımız anlamdaki hayatı tesbit edebilirler. Bu 
onlar için çocuk oyuncağı. Dünyanın harika çocuğu olan insan şimdi 
bile evrenin arka bahçesinde oyun oynıyan çocuklar gibi; coşkun ve 
taşkın sesler çıkarıyor. 

Irmağı direk olarak ıiığın merkezine doğru yönlendirdim. Yine 
yumuşak ses patlamalarını takiben ışık beni içine soluduğunda onun 
tarafından kucaklandığımı hissettim . Ben o anda o büyük sevgi 
ışığının içindeydim ve hayat ırmağı içimden akıyordu. Tekrar 
söylüyorum , o hiç yargılamadan en çok seven ışıktı. O bu harika 
çocuk için ideal bir anne / baba idi.
- Şimdi ne ? diye merak ettim
Işık bana ölüm diye birşeu olmadığını anlattı. Artık öyle bir an 
gelmişti ki tüm sorularımın cevabını aldığımı farkettim ve geri 
dönüşüm yakındı. Diğer tarafla ilgili bütün sorularım derken tam da 
anladığınız manada söylüyorum, benim bütün sorularım cevaplandı. Her 
insanın farklı bir hayatı ve araştırdığı farklı sorular var. Bazı 
sorularımız evrenseldir fakat her birimiz bu hayat dediğimiz şeyi 
kendimize ait yöntemlerle araştırırız. Aynen , dağlardan tutun da 
ağacın yapraklarına kadar var olan tüm diğer yaşam şekilleri gibi. 
İşte bu evrende hepimiz için önemli olan budur, çünkü tüm bunlar 
esas resim olan hayatın doluluğuna katkıda bulunur. BİZLER HARFİ 
HARFİNE SONSUZ YAŞAM DANSINDA TANRININ KİMLİĞİNİ ARAŞTIRAN 
TANRIYIZ. Sizin benzersizliğiniz tüm yaşamın yükselişini sağlıyor. 
Yaşam döngüsüne geriye dönüşüm bhaşladığında aynı vücuda döneceğimi 
hiç düşünmemiştim, nede birisi bana söylemişti. Yaşam işlemi ve 
ışığa tam güvenim vardı ve işte bu nedenle hiç önemi yoktu . Işık 
akımı büyük ışık ile birleşirken ; bu bana açıklananları ve diğer 
tarafta öğrendiğm konular ile ilgili duygularımı hiçbir zaman 
unutmamayı diledim. Aldığım cevap ;ruhumu öpğer gibi bir EVET oldu. 
Sonra ışık içerisinden geçirilip titreşimsel gerçekliğe geri 
götürüldüm. 

Bana ilave bilgiler verilirken tüm işlem tersine 
döndürüldü. Geri eve geldim ve bana reenkarnasyonun mekaniği ile 
ilgili dersler verildi. Kafamdaki tüm küçük sorulara cevap 
verilmişti. Bu nasıl çalışır ? , O nasıl çalışır ? .Reenkarne 
edileceğimi biliyordum. 

Dünya çok büyük bir enerji işlemcisidir., kişisel bilinç orada 
gelişir ve herbirimize ulaşır. İlk kez olarak kendimi İNSAN olarak 
düşündüm ve bu olmaktan mutlu oldum. Ben bu evrende bir atom 
olmaktan bile mutlu olurdum. Bir atom. Tanrının insan parçası olmak 
ise, işte bu en şahane kutsama. Bu kutsama bizim kutsamanın ne demek 
olduğu ile ilgili en vahşi tahminlerimizden bile çok daha ileri. 
Teker teker her birimiz için bu muthiş deneyimin insan parçası olmak 
çok müthiş birşey. Teker teker her nirimiz nerede istersek olalım, 
çok berbat bir durumda olsak ta olmasak ta bulunduğumuz yer bu 
gezegen için bir kutsamadır. 

Böylece herhangi bir yerde yeniden bebek olacağım düşüncesi ile 
reenkarnasyon işleminden geçtim. Fakat kişisel kimlik ve bilincin 
gelişimi konusunda bana bir ders verilmişti. Bu nedenle aynı vücuda 
enkarne oldum. 

Gözlerimi açtığımda çok şaşırmıştım. Neden şaşırdığımı bilmiyorum 
çünkü bunu çok iyi anlamıştım fakat öyle olmasına rağmen tekrar bu 
vüvutta bulunmak yine de bana sürpriz oldu; bana bakarak gözlerini 
çıkarırcasına ağlayan birisinin bulunduğu odama geri dönmek.. O 
benim hasta bakıcımdı. Beni bulduktan bir buşuk saat sonra ümidini 
kesmişti. Benim ölmüş olduğumdan tamamen emindi; ölümün tüm 
belirtileri mevcuttu. Katılaşmıya bile başlamıştım. Ne kadar ölü 
kaldığımı bilmiyoruz., fakat hepimizde biliyoruz ki enazından beni 
bulmalarının üstünden birbuçuk saat geçmişti. Benim ölü vücudumu bir 
kaç saat yalnız bırakması ile ilgili isteğime mümkün olduğu kadar 
saygı göstermişti. Biz vucudun hayat fonksiyonlarının durumunu 
kontrol edebilecek gelişmiş stetoskop ve benzeri bir çok imkana 
sahiptik. Benim kesinlikle öldüğümü tespit edebilecek durumdaydı.
Bu bir ölümden dönme deneyimi değildi. Ben kesinlikle en az birbuçuk 
saat ölümün kendisini deneyimledim. Beni ölü olarak bulduktan sonra 
birbuçuk saat stetoskop ile kontrol etmiş , kan basıncıma ve kalp 
atışlarıma bakmıştı. Sonra uyandım ve dışarıdaki ışığı gördüm. Ona 
doğru gitmeye teşebbüs ettim ve yataktan düştüm. Gürültüyü duyup 
içeri koştu ve beni yerde buldu. İyileşmeye başlayınca başıödan 
geçenlerden dolayı şaşkın olmama rağmen saygıyla karışık bir korku 
hissediyordum. İlk başlarda başımdan geçenklerin hepsi hafızamda 
değildi. Sürekli bu dünyadan dışarıya kayıyor ve soruyordum "BEN 
HAYATTAMIYIM ?" Bu dünya diğer dünyadan daha çok rüyaya benziyor.
Üç gün içerisinde tekrar normal hissetmeye başladım, açık fakat 
hayatımda hissettiklerimden çok farklı bir his. Yolculuk ile ilgili 
hafızam daha sonra geldi. Artık gördüğüm hiçbir insan ile ilgili bir 
problem görmüyorm. Bu deneyimden önce kesinlikle çok yargılayıcı 
idim, birçok insanın kesinlikle berbat olduğunu düşünüyordum hatta 
aslında benden başka tüm insanların berbat olduklarını düşünüyordum. 
Fakat tüm bu konularda artık aydınlanmıştım. 

Üç ay kadar sonra bir arkadaş artık test yaptırmamı söyledi, bende 
gidip scan ve diğer gerekli testleri yaptım. Kendimi çok iyi 
hissettiğimden dolayı kötü bir haberden korkuyordum. Klinikteki 
doktorun tüm eski ve yeni scanlarıma bakıp
- "Artık burada hiçbir sorun yok " dediğini hatırlıyorum.
Ben
- "Gerçekten mi, bu bir mucize olmalı " dedim

- "Hayır bu tip olaylara oluyor, bunlara ANİ İYİLEŞME 
olayları denir " dedi
Hiç etkilenmemiş gibi davranıyordu. Fakat işte burada bir mucize 
vardı ve hiç kimse etkilenmese bile ben çok etkilenmiştim. 
Hayatın gizinin zihin ile çok az ilgisi var. Evren hiçbir şekilde 
zihinsel bir işlem değildir. Zihin yardımcıdır, o çok parlaktır . 
Gerçi şimdilik hepimiz kalbimiz ve daha bilge kısımlarımız yerine 
zihnimiz ile işlem yapıyoruz. 

Dünyanın merkezi çok büyük bir enerji dönüştürücüdür. Aynen dünyanın 
manyetik alan resimlerinde görüldüğü gibi . İşte bu bizim 
döngümüzdür, reenkarne olan ruhları geri içine çeken. 
İnsan seviyesine ulaşmanın belirtisi kişisel bilinç geliştirmeye 
başlamamızdır. Hayvanların grup ruhları vardır ve onlar grup ruhu 
olarak enkarne olurlar. Bir geyik çok büyük bir ihtimal ile her 
zaman geyik olarak kalacaktır. 

Fakat sadece insan olarak doğmak; ister hasarlı , ister dahi olsun 
sizin kişisel bilınç geliştirmek yolunda olduğunuzu gösterir. Bu 
yine insanlık denen grup bilinci içerisindedir.

Gördüm ki ırklar kişilikli kümelerdir. Fransız, Almanya ve Çin gibi 
milletlerin kendi kişilikleri vardır. 
Şehirlerin kişilikleri vardır ,onların bölgesel grup ruhları belirli insanları kendine 
çeker. Ailelerin de grup ruhları var. Kişisel kimlik kendine 
benzeyen yan kollar şeklinde gelişmekte. Grup ruhu bizim 
kişiselliğimizi araştırır. Her birimizin sahip olduğu farklı farklı 
sorular çok çok önemlidir.İşte Tanrılık ,Tanrının özünü sizin 
üzerinizden böyle araştırır. Sorularınızı sorun, kendi 
araştırmalarınızı yapın. Böylece özünüzü bulur ve özünüzde Tanrıyı 
bulursunuz. Çünkü o tek özdür. 

Bunlardan daha da ileri , farkettim ki biz insanlar aslında bir 
birimizin RUH EŞLERİYİZ. Bizler yaratılış yönlerinde kendi 
benzerleri olan aynı ruhun parçalarıyız, fakat yine de aynıyız. Ben 
artık her insana baktığımda bir ruh eşimi görüyorum , her zaman 
aradığım kendi ruh eşimi. Bunun da ötesinde görebileceğiniz en 
muhteşem ruh eşiniz kendinizsiniz. Bizler hem erkek hem de dişiyiz. 
Biz bunu RAHİMde deneyimleriz ve bunu reenkarnasyon durumunda 
deneyimleriz. Eğer o nihai RUH EŞİNİZİ kendi dışınızda arıyorsanız 
hiçbirzaman bulamazsınız., çünkü orada değildir. Aynen Tanrının 
orada olmadığı gibi. Tanrı için dışarıya bakmayın. Tanrı için buraya 
bakın ,kendi özünüze bakın. Yaşayabileceğiniz en büyük aşkı 
yaşayın ..........KENDİNİZLE.....İşte o zaman bunun içinden herşeyi 
sevebilirsiniz. 

Sizlerin cehennem dediğiniz yere iniş yaptım ve bu çok şaşırtıcı 
oldu. Şeytan veya kötüyü göremedim. Benim yaptığım iniş daha ziyade 
cehalet ve bilmemekten kaynaklanan insanların alışılmış ızdırapları 
idi. İşte o ızdırap verici bir varlık olarak görülür. Fakat benim 
çevremdeki milyonlarca insanın her birinin hazır küçük bir ışık 
yıldızı var. Fakat kendi üzüntüleri, travmaları ve ızdırapları ile o 
kadar tükenmişler ki sanki kimse buna önem vermiyor. Sonsuz gibi 
gelen bir süre sonra o ışığı bir çocuğun anne/babasını çağırması 
gibi yardıma çağırdım. O zaman ışık açıldı ve beni tüm korkular ve 
acılardan izole eden bir tünel bana doğru geldi ve beni sardı. İşte 
gerçekte cehennem bu. 

Bizim yapmayı örenmekte olduğumuz ve öğrenmemiz gereken şey , el ele 
tutşup bir araya gelmek. Cehennemin kapıları artık açıktır. El ele 
tutuşup ,birleşıp hep birlikte yürüyerek cehennemden çıkacağız.
Işık ulu altın bir meleğe dönüşüp bana geldi . Ona " SEN ÖLÜM 
MELEĞİMİSİN ?" dedim. O ise bana gösterdi ki o benim ruh üstüm, 
benim yüksek benlik matriksim , bizlerin super tarihi parçamızdır. 
Sonra ışığa alındım.

Yakında bilimimiz ruhu olabilecek. Bu çok müthiş olmazmı? Bizler 
ruhsal enerji ve subtil enerjiyi cihazlarla göreceğiz. Fizikçiler 
atom çarpıştırıcılar ile atoöların içinde ne olduğunu anlamak için 
atomları çarpıştırıyorlar. Onlar quarklara ve çekime kadar 
ulaştılar. Bir gün onları bir arada tutan o küçük şeye ulaşacaklar 
ve işte o zaman ona Tanrı demek zorunda kalacaklar. Atom 
çarpıştırıcılarla sadece onların içinde olanı görnüyorlar , 
parçacıklar oluşturuyorlar. Tanrıya şükürler olsun ki bunların 
hayatı çok kısa oluyor ; milisaniye veya mikrosaniye kadar. Artık 
farkına varıyoruz bizler de yaratabiliriz. Her zaman için gördüm ve 
farkına vardım ki hepimiz bir tüm bilgi noktasından geçer ve kendi 
benzerini yaratmaya başlarız, bir sonraki seviyeyi. Biz araştırmamız 
esnasında işte bu yaratma gücüne sahibiz. İşte bu Tanrının bizim 
içimizden kendini genişletmesidir.

Geriye dönüşümden beri ışığı kendiliğimden deneyimleyebliyorum ve 
istediğim zaman meditasyon yaparak boşluğun içine nasıl 
girilebileceğini de öğrendim. Hepiniz bunu yapabilirsiniz. Bunu 
yapabilmek için ölmeniz gerekmiyor. Bu sizin donanımınız içinde var, 
hali hazırda bunun için kablolanmış durumdasınız.
Vücut varolan en muhteşem ışık varlıktır. Bu vücut inanılmaz bir 
ışık evrenidir. Ruh bizi bu vücudu eritip yok etmemiz için 
zorlamıyor. Olan bu değildir . Tanrı olmaya uğraşmaktan vaz geçin, 
Tanrı siz oluyor; burada.
Akıl evrende koşan bir çocuk gibidir. Dünyayı kendi yarattığını 
sanıp sürekli birşeyler talep ediyor. Ben akla sordum
- "Annenin bu işe ne ilgisi var ?"
İşte bu bir sonraki ruhsal farkındalık seviyesidir. Ah evet annem; 
ve aniden egodan vazgeçiyorsunuz çünkü anlıyorsunuz ki evrendeki tek 
ruh siz değilsiniz.
Işığa sorduğum sorulardan birisi
- "Cennet nedir ?" idi
Buna tüm yaratılmış cennetlerde bir gezintiye çıkarılarak cevap 
aldım. Nirvana ,Mutlu Av Alanları, hepsi . Hepsinden geçtim. Bunlar 
bizlerin yarasttığı düşünce formu yaratılışlar. Bizler aslında 
cennete gitmeyiz, bizler yeniden işlem görürüz. Fakat her ne yarattı 
isek orada bir parçamızı bırakırız. Bu gerçektir , fakat ruhun 
bütünü bu değildir. 

Hristiyanların cennetini gördüm. Bizler bunun çok güzel bir yer 
olduğu beklentisindeyiz ve tahtın önünde durursunuz.,ebediyen 
tapınarak. Denedim çok sıkıcı. Hepimizin yapacağı bu ; çocuk gibi. 
Kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Bazı cennetler çok 
ilginçti, bazıları ise çok sıkıcı. Çok eski olanların daha ilginç 
olduğunu gördüm, örneğin Amerikan yerlilerinin MUTLU AV ALANLARI. 
Mısırlılarınki harikaydı. Bu böyle sürüp gider. Bunlardan birhayli 
var. Şayer belirli bir dinin Tanrısına inanan bir grup ruhuna ait 
değilseniz bunların her birinde sizin kendi yorumunuz olan bir 
kendini tekrar eden desen var.Yine de herbiri biraz farklıdır. Bu 
orada bıraktığınız parçanızdır. ÖLÜM HAYAT ŞLE İLGİLİDİR , CENNET 
İLE İLGİLİ DEĞİL.
Tanrıya sordum
- " Deünyada var olan en iyi din hangisi? Hangisi doğru ? "
Tanrı katı büyük bir sevgiyle dedi ki
- " İLGİLENMİYORUM "
Bu inanılmaz bir incelik. Manası ise şu, ilgilenen varlıklar 
bizleriz. 

Yıldızları en yüksek Tanrı katı bize diyor ki "Sizin hangi dine ait 
olduğunuz bizim için önemli değil"
Bunlar gelir ve gider, Budizim ebediyen burada değil, katoliklik de 
ebediyen burada değil ve bunların hepside her geçemn gün daha fazla 
aydınlanmakta. Şimdi bütün sistemlere daha fazla ışık geliyor. 
Ruhsallıkta büyük bir reforum olacak aynen protestan reformu gibi. 
Bu konuda birçok insan kavga edecek, bir din diğerine karşı.; hepsi 
de sadece kendisinin doğru olduğuna inanarak.
Herkes kendisinin Tanrının sahibi olduğunu sanıyor, felsefeler de 
dinler de ama özellikle dinler çünkü bunlar felsefeleri etrafında 
büyük bir organizasyon oluşturdular. Tanrı katı "ilgilenmiyorum " 
der demez anladım ki bununla bizim ilgilenmemiz gerek. Bu çok 
önemli ,çünkü bizler ilgili varelıklarız.. Bu bizi etkiliyor işte bu 
nedenle önemli. Elinizde olan ruhsal bir enerji denklemi. En üst 
Tanrı katı sizin hristiya, budist veya herhangi bir başka bir dinden 
olmanızla ilgilenmiyor. Bunların hepsi bütünün çiçeklenen 
çehreleri. Umarım bütün dinler bunu farkeder ve diğerlerine saygı 
duyar. Bu her dinin sonu değil ama bizler hep aynı Tanrıdan 
bahsediyoruz. Tanrı yaşıyor ve yaşamaya fırsat veriyor. Hepsinin 
farklı bir görüşü var. Ve hepsşi de esas resme katkıda bulunuyor, 
önemli olan da bu.

Oteki tarafa toksik atıklar, nükleer füzeler, nüfus patlaması ve 
yağmur ormanları ile ilgili korkular ile gittim. Tek tek bütün 
problemleri severek geri döndüm. Nükleer atıkları seviyorum. Mantar 
bulutu seviyorum ;bu kendimizi gösterdiğimiz en kutsal mandala için 
bir prototip. O aniden bizi dünyadaki tüm dinlerden ve felsefelerden 
çok daha fazla bir araya getirdi, yeni bir bilinçlilik seviyesine. 
Gezegeni 50 kez hatta 500 kez uçurabileceğimizi bilmekteyken, belki 
en sonunda artık burada hep birlikte olduğumuzu farkettik. Onlar 
bunu bize devretmek için bir süre daha bazı bombaları devre dışı 
bırakmaya devam etmeli . Daha sonra İartık buna ihtiyacımız yok" 
demeye başlarız. 

Şimdi biz her zamankinden daha emniyetli bir dünyadayız ve daha da 
emniyetli olcak. İşte bu nedenle toksik atıkları severek 
döndüm ,çünkü bizi bir araya getirdi.Bu şeyler çok büyük. Peter 
Russel in söyleyeceği gibi, bu problemler artık ruh boyutunda. Acaba 
bizim ru boyutunda bir cevabımız varmı? EVET
Yağmur ormanlarının yok olması yavaşlıyacak, ve elli yıl içerisinde 
gezegende her zamankinden daha çok ağaç olacak. Eğer ekoloji ile 
ilgili iseniz devam edin sizler farkında olmıya başlayan sistemin 
bir parçasısınız.Bütün isteğiniz ile devam edin fakat kesinlikle 
strese girmeyin bu daha büyük birşeyin parçası.
Dünya kendini ehlileştirme işleminde, bir daha hiçbirzaman eskisi 
gibi vahşi bir yer olmıyacak. Doğanın serpilip gelişeceği kaynaklar 
ve vahşi büyük alanlar olacak. Nufus artışı bilinç sıçraması için 
gereken optimum rakama çok yaklaştı. Bu nüfus sıcraması politika, 
para ve enerjiyi değiştirecek. 

Rüya gördüğümüzde ne oluyor ? Bizler çok boyutlu varlıklarızç Buna 
berrak ( lucid ) rüyalarla ulaşabiliriz . aslında bu evren Tanrının 
bir rüyası. Gördüm ki biz insanlar kendisi de bir benek olan 
galaksimizin bir beneği olan dünyamızda bir beneğiz. Ndışarıda dev 
sistemler var ve biz avaraj bir sistemiz. Fakat insanlar şimdiden 
bilinç kozmosunda efsaneleştiler. Dünya/Gaia nın küçücük insanlarfı 
efsaneleşti. Bizi efsaneleştiren nedenlerden birisi ruya 
görmemizdir. Bizler aslında efsanevi rüyacılarız. Aslında bütün 
kozmos hayatın manasını araştırıyor, tam olarak ne olduğunu. Ve tüm 
zamanların en iyi cevabı küçük rüyacıdan geldi. Bizler rüyasını 
gördük. Bu nedenle rüyalar çok önemli.

Öldükten sonra ve geri gelince hayat ve ölüme gerçekten saygı 
duydum. DNA deneylerimizde belkide çok büyük bir gize kapı açıyoruz. 
Yakında bu vücutta istediğimiz kadar yaşayabilme becerisine sahip 
olacağız. 150 yıl kadar yaşadıktan sonra kanal değiştirmek istiyecek 
bir segisel ruh duyusu olacak. Aynı vücutta sonsuza kadar yaşamak 
reenkarnasyon kadar yaratıcı değil, bu içinde olduğumuz fantastik 
enerji vorteksi içindeki enerji dönüşümü. Bizler aslında yaşam ve 
ölümdeki bilgeliği göreceğiz ve bundan zevk alacağız.
Şimdi olduğu gibi biz zaten herzaman canlı olduk. Bu içinde 
olduğunuz vücut her zaman canlı oldu. Bu hiç bitmeyen bir hayat 
ırmağından gelip Büyük Patlama ve ötesine kadar gider. Bu vücut 
yoğun ve ince enerji içerisinde bir sonraki yaşama hayat verir . Bu 
vücut hale hazırda ebediyen canlı

BİZLER BİRLEŞİP EL ELE TUTARAK HEP BİRLİKTE CEHENNEMDEN DIŞARI 
YÜRÜYECEĞİZ.


Mellen Thomas Benedict