Kadim Hint metinlerinde uçan araçlardan, Vimana’lardan söz edilmektedir. Bir Budist rahibin, MS. 4. yüzyılda Seylan’dan Java’ya Vimana’yla giderek kralı Budist yaptığı söylenir. Ramayana Destanında iki ve ikiden fazla motoru olan uçan araçlardan söz edilir. Mahabbarata Destanında ise, akıl almaz büyüklükteki çok motorlu Vimana’lardan söz edilmektedir. Bu tarif uzaylıların ana gemilerine uymaktadır. Mahabbarata’nın kahramanı Arjuna, cennete yaptığı yolculuk sırasında havalanan ve yerde duran Vimana’lardan bahseder.
Halkatha adlı kadim Babil metni, uçan makinelerin en eski miras ve kendilerine yükseklerden gelenlerin bir armağanı olduğunu yazar, bu makinelerle birçok hayatın kurtarıldığından bahseder. İngiliz yazarı W.Scott Elliott’un 1895’de yazdığı ‘Atlantis’in Öyküsü’ adlı kitapta kadim Atlantis’in sahip olduğu uçan araçlardan söz edilir.Yazara göre bu araçlar ahşap ve metalden yapılıyorlardı. Ağaç olanlar çok ince tahtadandı ve ağırlık yapmayan bir madde püskürtülerek tahtanın deri gibi sertleşmesi sağlanıyordu. Metal olanlarsa genellikle alaşım oluyor, beyaz ve kırmızı metallerden yapılıyordu. Sevk ve dümen donanımları her iki uçta da kullanılabiliyordu. İlk zamanlarda sevk edici güç olarak vril, yani kişisel vibrasyonları yükselten levitasyon prensibi kullanılıyordu. Sonraları eterik nitelikteki güçler kullanıldı. Maksimum hızları saatte 150 km idi.
“Mu’nun Çocukları” kitabının yazarı James Churchward, Hindistan’da rahiplerin kendine bazı kadim metinler gösterdiklerini ve bunların Hint uygarlığından evvelki bir uygarlığa ait olduğunu söylediklerini yazar. Metinlerin hava gemilerinin yapımıyla ilgili bilgileri, motor çizimlerini ve talimatları barındırdığından bahisle, motorun bir kez çalıştırılması halinde yatakları aşınana kadar çalışabileceğini, araçların yakıt olarak havayı kullandıklarını, 1.500-4.500 km süren uçuşlar yapabildiklerini belirtiyor.İngiliz yazar Desmond Leslie George Adamsky ile birlikte yazdığı kitapta ufoları sevk eden gücün yaşam gücü, yani biyokozmik güç olduğunu söylemekte, bu savını şöyle açıklamaktadır: “Yaşam gücünü ufolarda kullanabilmek için operatörün spiritüel açıdan oldukça evrimleşmiş olması gerekir. Çünkü operatör (pilot) bu gücü kendi benliği vasıtasıyla akümülatörlere ve sevk edici mekanizmaya kanalize edemiyorsa hiçbir sonuç elde edemez. Ele geçirildiği söylenen ufoların uçurulamaması bu yüzdendir. İnsandaki yaşam gücü belkemiğinin tabanında yerleşik olup ‘kundalini’ adıyla bilinir. Tıpta bir asanın çevresine dolanmış çift yılanla (pozitif ve negatif) gösterilen sembol kundalini enerjisini temsil eder. “Caduceus” denilen “Hermes’in Asası” da bu şekildedir. Kundalini yükselmeye ve yedi spiritüel çakrayı tırmanmaya başladığında kişi üstat (Adept) olur.
“Bu merkezler yedi titreşim hızına ya da var oluş düzeyine tekabül ederler. İnisiyasyonun bu aşamasında üstadın kişisel atomları öylesine arınmış ve güçlenmiştir ki, bedeni bir iletken gibi faaliyet gösterir. O artık ilahi gücün yürüyen bir santralidir. Şifa verebilir, yaratabilir ve yok edebilir. Bu güç, inanılması zor bir dakiklikle devasa taş blokları ayna gibi yontabilir ve yerine koyabilir.
“Edgar Cayce’ın tarif ettiği Atlantis’in Alev Evindeki güç santralleri, inisiyelerden alınarak depolanan bu yaşam gücüyle çalışıyorlardı. Atlantisliler biyokozmik güç sayesinde kent ve mabetleri inşa edebiliyor, ortamlarını aydınlatabiliyor ve uzay araçlarını çalıştırabiliyorlardı. George Adamsky’nin bindiği ufonun kubbesindeki kristalle, döşemedeki daha büyük kristalin metal bir kolon ya da manyetik direkle birbirine bağlanması, insan bedeninin mekanik kopyasından başka bir şey değildir. Aşağıdaki kristal belkemiğinin tabanındaki kundalinidir, manyetik kolon omuriliktir, yukarıdaki kristal ya da güç bobini ise baştaki yüksek merkezlerdir. Ufo pilotlarının tam alın hizalarında duran ufak bir cihaz, doğrudan başın beyin epifizi hizasına denk gelir ki, burada yedinci merkez ya da çakra yer alır. İki büyük kristalin ortasına rastlayan bu cihaz kristal ve platinden yapılmadır. Pilotun zihni cihazla tam bir uyum içinde ve rezonans halindedir. Pilotlar kozmik enerjiyi kendi varlıkları kanalıyla bu teçhizata yönelterek ufoyu evrenin her yanına götürebilirler.”
Vimanaları sevk eden mekanizmanın harekete geçirilmesinde sesin de kullanılmış olduğunu kadim Hint metinleri bize bildirmektedir. Samarangana Sutradhara’da vimanaların melodi ve ritimlerle hareket ettirilebileceği belirtilerek, “Zihin vimanayı ayakta tutan zemin haline geldi, sözler onun üzerinde yürüyeceği yollar haline geldi. Ve arabanın önüne yerleştirilen Om hecesi onu güzelleştirdi” denmektedir. Amerikalı mucit John Worrell Keely, 1890’da dünyanın kutupları arasında akmakta olan manyetik güçleri araştırırken madde korpüsküllerinin titreşimle bölünebileceğini ve bu prensibin bir motorun çalışmasına uygulanabileceğini keşfetti. Bu titreşimi kemanla çaldığı belirli bir notayla sağlıyor ve harekete geçirdiği esrarengiz güce ‘Dynaspheric Güç’ adını veriyordu. Titreşimin oluşması için Keely’nin kişisel vibrasyonuna ihtiyaç vardı, bir başkası onun motorunu çalıştıramıyordu. Keely sonradan 4 kg’lık metal bir hava aracı yapmış, esrarengiz ses titreşimiyle aracı havada asılı tutmuş, yere indirmiş ve hareket ettirmişti.
18 Kasım 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder